Thursday, December 31, 2009

Akdeniz çanağı kriz darbesi yedi

TÜRKİYE’de ekonominin lokomotifleri arasında yer alan Turizm sektörü, krizden en az darbeyi alarak, 26 milyon turist ve 21 milyar dolarlık gelir hedefine ulaşmayı başardı. Dünya turizmi ve turizmdeki rakipler İspanya, Yunanistan ve Portekiz’de kriz darbesi yerken, Türkiye bu zor yılda da büyümesini sürdürdü. Kriz ve domuz gribinden etkilenmemeyi başaran Türk turizm sektörü, 2010 yılı için de yüzde 10’luk büyüme hedefi koydu. Krizin ardından 28 milyon turist çekmeyi hedefleyen sektör, gelir ve kârlılığını da artırma isteğinde. Türkiye’ye bu yıl 26 milyon turist gelirken, gelecek yıl için 28 milyon kişi hedefi konuldu.Hedef geliri artırmakTürkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED) Başkanı Ahmet Barut, dünya şartlarına göre Türkiye’de turizmin 2009’da iyi geçtiğini belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı: “Gelir düşük olsa da sayılar tutturuldu. Rakipler yüzde 10 küçülürken bizim potansiyelimizi korumamız başarı oldu. En ağır krizde bile Türk turizminin iyi performans göstermesi sağlam temeller üzerine oturduğunu gösteriyor. Son yıllarda çift haneli büyüdük, 2009 ve 2010’da bu büyümeler olmayacak ama küçülme de olmuyor. Bu yıl 26 milyon turist çektik. 2010’da asıl hedef geliri ve kârlılığı artırmak.”Konaklamaya yasal dayanakCirosal olarak 21 milyar dolar hedefine ulaşıldığını ve gelecek yıl kişi sayısından çok gelir artışı planlandığını kaydeden Barut, şöyle konuştu: “Turist sayısında da 28 milyonu aşarız. Asıl odaklanmamız gereken gelir. Önemli pazarlardan olan Rusya’da, 2010’da ekonomik krizin etkisi azalacak. Daha iyi fiyata çok harcama yapan turist gelebilir. Ayrıca turizmde konaklama sektörünün yasal bir dayanağı olmasını istiyoruz. Artık geldiğimiz noktada büyük hedefleri olan turizm ülkesinde sektörün aktörlerinin ağırlığına göre temsil edildiği yasal düzenleme gerekiyor.”Kültür başkenti avantajı iyi değerlendirilmeli TÜRKİYE Seyahat Acenteleri Birliği(TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy, 2009’un çok iyi geçtiğini ve dünyada turizm daralırken Türkiye’de yüzde 2.4 büyüme yaşandığını kaydederek, şunları dile getirdi: “Hedef, 2010’da yüzde 10 büyümek. Domuz Gribi ve krize karşın Türk turizmi büyümeyi başardı. Tedbirlerle büyümeyi sürdürdük. Sektörde Özel Tüketim Vergisi’nin (ÖTV) azaltılması ve KDV’nin de eski haline döndürülmesini istiyoruz. Turizmci ihracatçı sayılmalı. Türkiye turizmde sadece kum, güneşten ibaret değil. Turizmde sunulacak ürün çeşidini çoğaltmaya çalışıyoruz. Gastronomi, Sağlık, bakım, termal ve en önemlisi İstanbul’da kongre gibi turizm çeşitlerini iyi değerlendirmeye çalışıyoruz. İstanbul’un 2010’da kültür başkenti olması avantaj yaratacak.”Havada 77 milyon yolcu taşındıTÜRKİYE Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği (TÖSHİD) Genel Sekreteri Musa Alioğlu,havacılığın 2009’u toplamda 8 milyar dolarlık hacimle geride bırakacağını söyledi. 2010 yılındaki performansın Petrol fiyatlarıyla çok bağlantılı olduğunu kaydeden Alioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu yıl zor şartlara karşın yüzde 3-5 büyüme yaşandı. THY ve özel havayolu şirketleri 77 milyon yolcu taşıdı. Gelecek yıl 85 milyon yolcu taşıma hedefi var. Türkiye’de 294 uçak filosu var. Gelecek yılın nisan ayında bu sayı 300’ü geçecek. Ama sektöre Avrupa ile rekabet edecek bazı kolaylıklar sağlanmalı, Türk sivil havacılık sektörünün biraz kollanması gerekiyor.”En çok turist Almanya’danTürkiye dünya turizm pazarında yüzde 2.4, Avrupa turizm pazarında ise yüzde 4.5 paya sahip.Turist sayısı ve Döviz gelirlerindeki artış hızıyla dünyadaki en büyük 20’nci, turist girişinde 7’nci, gelirde de 9’uncu sırada.Bakanlık ile belediye belgeli yatak sayısı bu yılın sonunda 1 milyon 2 bine, 2010 sonunda ise 1 milyon 50 bine ulaşacak. Ocak-ekim döneminde Türkiye’yi en çok ziyaretçi gönderen ülkeler sıralamasında Almanya 4 milyon 38 bin 566 ile birinci, Rusya 2 milyon 581 bin 244 ile ikinci, İngiltere 2 milyon 337 bin 902 kişiyle üçüncü sırada yer aldı.Anadolu 6 milyon turist çektiANADOLU Turizm İşletmecileri Derneği (ATİD) Başkanı Seçim Aydın, turizmin diğer sektörlere göre ekonomik krizden etkilenmediğini aktararak, şu değerlendirmeyi yaptı: “Turist sayısı ve turizm geliri olarak yüzde 5-6’lık Kayıp var. Bu 2010’da daha iyi olacak. Tanıtıma ağırlık verilirse 2010 yılının çok daha iyi geçeceğini tahmin ediyorum. Anadolu’daki artış dikkati çekecek boyutlarda. Gelecek yıl Anadolu’ya ciddi talep olacak. 2009’da gelen turist sayısı altı milyonun üzerine çıktı. Bunun daha da yükselmesini bekliyoruz. Bunda hem kültür, hem yayla turlarının büyük etkisi var. Termal tesislerin de yatak kapasitesi yükseldi.”


Akdeniz çanağı kriz darbesi yedi

İstanbul Business Traveller da

ANTALYA - Business Traveller Dergisi, Aralık-Ocak 2010 sayısında İstanbul'a iki sayfa ayırdı. Dergide Ally Miola tarafından kaleme alınan ''İstanbul Ateşler'' başlıklı haberde, kentin 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmasının nedenlerine yer verildi.
İstanbul'un gece hayatından, Boğaz manzarasına kadar fotoğrafların yer aldığı haberde, İstanbul'un, coğrafya ve etimolojik olarak tarihten günümüze pek çok zenginlik barındırdığı belirtildi. Haberde yazar Ally Miola, İstanbul'un ''gökyüzüne uzanan minareleri, kalabalık Kapalı Çarşı'sı ve tatlı kokulu caddeleriyle'' dikkati çektiğini ifade etti.
Miola haberinde, ''Türkiye Avrupa Birliği'nin resmi üyesi olmadan önce 2010 Avrupa Kültür Başkenti oldu'' derken, bunda İstanbul'un özellikle Moda ve Turizm alanındaki atılımlarının etkisini olduğuna dikkati çekti. Ally Miola, İstanbul'un New York, Milano ve Londra gibi kendi moda haftasına sahip kentler arasına girdiğine değindi.
Haberde Miola, İstanbul'un gece yaşamının kozmopolit yapısına dikkati çekerken, Asya ve Avrupa'nın buluştuğu Boğaz manzaralı kesimleri ile Taksim, Beyoğlu, Nişantaşı, Etiler, Levent, Ortaköy ve Bebek'in ziyaret edilmesi gereken yerlerden olduğunu belirtti. Miola haberinde tarih meraklılarına Topkapı Sarayı'nın da üzerinde bulunduğu yarım adayı önerdi.
Okurlara Topkapı Sarayı'nda özellikle haremi görmelerini tavsiye eden yazar Ally Miola, yarım adada Ayasofya ve Sultan Ahmet Camii'nin de görülmeye değer yerlerden olduğunu ifade etti.
Miola'nın haberinde Kapalıçarşı'ya da geniş yer verildi. Yarım adada yürüme mesafesindeki Kapalıçarşı'da el dokuması halılar, metal takı ve süs eşyalarının satıcıyla yapılacak sıkı bir pazarlığın ardından satın alınabileceğini belirten Miola, pazarlık sırasında gelen bir fincan çay teklifinin ise zamanı olan veya kültürel bir deneyimin tadına bakmak isteyenlerce kabul edilebileceğini kaydetti. Kapalıçarşı'nın kalabalık, gürültülü ve patika gibi yollarına da dikkati çeken Yazar Miola, Çarşı'yı ziyaret edeceklere, ''Kendinizi sinirli hissettiğiniz bir günde çarşıyı ziyaret etmekten kaçının'' önerisinde bulundu. Kapalıçarşı'yı gezerken enerji takviyesi almak isteyenlere de Türk kahvesi içmelerini öneren Miola, güçlü ve koyu haliyle Türk kahvesinin ABD'de bir örneğinin bulunmadığına işaret ederek, ''Bana inanın, gerçekten denedim'' dedi.
Kültürel deneyim kazanmak isteyenlere Cağaloğlu Hamamı'nın önerildiği haberde, hamamın İstanbul'da yapılacak ''en otantik seçim'' olduğu ve daha önce Franz Liszt, Florence Nightingale ve Harrison Ford'un da bu deneyimi yaşadığı vurgulandı. Yazar Ally Miola, New York'tan İstanbul'a gelir gelmez ilk olarak burayı ziyaret etiğini ve terleyip Masaj yaptırdıktan sonra hamamdan ''yeni bir kadın olarak'' çıktığını anlattı. Miola, hamama gidenlere bütün günün ödülü olarak kendilerine lokum ziyafeti çekmelerini önerdi. Lokumun batıda ''Turkish Delight'' olarak bilindiğini anlatan Miola, kendisinin Antep fıstıklı lokuma düşkün olduğunu kaydetti.
İstanbul Business Traveller'da

Türkiye "en popüler" tatil yeri olacak

İngiltere'de seyahat turlarında uzmanlaşmış travelsupermarket.com tarafından gerçekleştirilen anket, 2010 yılında Tatil için yurt dışına çıkmayacak İngilizlerin sayısının, 2009 yılına göre bir kat artacağını ortaya koydu.



Aynı ankete göre, 2010 yılında "en popüler" yurt dışı destinasyonları ise, Türkiye, Mısır ve Fas olarak sıralandı.



The Daily Telegraph gazetesine göre, zayıf sterlinin, İngilizlerin talilerini yurt içinde geçirmeyi teşvik ediyor. Buna rağmen yine yurt dışına çıkacak olan çok sayıda İngiliz'in, euro bölgesi dışındaki ülkelere yöneleceği kaydediliyor.



Bu arada, The Times gazetesi, aynı siteyi kaynak göstererek tatil yapmak isteyenler tarafından Noel'den bu yana yapılan aramaların, en tercih edilen 10 destinasyon arasında Türkiye'nin de bulunduğunu gösterdi. İspanya'nın Kanary adalarının başı çektiği listede Türkiye, 7. sırada yer alıyor.
Türkiye "en popüler" tatil yeri olacak

Endonezya da saldırı uyarısı

Bali Valiliğinin halkla ilişkiler bölümü başkanı Putu Suardika, Valinin saldırı olasılığına karşı bir uyarıda bulunduğunu yalanlayarak, "Ne sözlü, ne de yazılı bir valilik uyarısı olduğunu" söyledi.



Suardika, bununla birlikte, geçmişte iki kez bombalı saldırıya hedef olan Bali'nin tetikte olmaya devam etmesi gerektiğini kaydetti.



ABD Büyükelçiliği tarafından Amerikan vatandaşlarına gönderilen elektronik postalarda, Bali Valisinin, "Bali'de bu gece bir saldırı düzenleneceği yönünde işaret olduğu" şeklindeki ifadesine yer verilmişti.

Bali Valisinin de vatandaşlara dikkatli olmaları uyarısında bulunduğu, ancak belirgin bir saldırı tehdidinden bahsetmediği bildirilmişti.



Cakarta'daki Amerikan Büyükelçiliğinin sözcüsü ise açıklamalarında doğrudan Bali Valiliğini dayanak aldıklarını belirterek, Valiliğin Turizm kuruluna ve otellere gönderdiği mesajı aynen aktardıklarını söyledi.

Bali emniyet sözcüsü de polisin bir saldırı tehdidinden haberi olmadığını ve her zaman güvenliği en sıkı biçimde sağlamaya çalıştıklarını kaydetti.



Bali'deki yüzlerce Otel, lokanta ve kulübün yeni yıl gecesinde dolu olacağı bildiriliyor.

Endonezya'nın başkenti Cakarta'da altı ay önce lüks bir otele düzenlenen çifte bombalı saldırıda 7 kişi ölmüştü. Tatil yeri Bali'de 2002 yılındaki intihar saldırılarında ve 2005'te Batılıları hedef alan saldırılarda 220'den fazla kişi hayatını kaybetmişti.
Endonezya'da saldırı uyarısı

İşte Erdoğan ın yılbaşı mekanı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ailesiyle birlikte yeni yıl tatilini geçirmek üzere Antalya'ya geldi.

Başbakan Erdoğan ailesiyle birlikte 30 Aralık gecesi Antalya'ya geldi.



Antalya Hava Limanı'ndan sık sık Tatil yaptığı Belek'teki Rixos Premium Otel'e yerleşen Başbakan Erdoğan'ın yeni yılı burada karşılayacağı öğrenildi.



*OTELDEN KARELER İÇİN TIKLAYINIZ...
İşte Erdoğan'ın yılbaşı mekanı

Horlama aşkı bitiriyor


Ordu Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Fatma Küçüker, Ordu Devlet Hastanesi bünyesinde geçen mart ayında açılan uyku laboratuvarının Türkiye'de devlet hastaneleri bünyesinde bir ilk olduğunu ve şu ana kadar horlama şikayeti ile gelen 150 dolayında hastanın tedavi gördüğünü bildirdi.
Horlamanın çeşitli nedenleri olduğunu anlatan Küçüker, şu bilgileri verdi:“Horlama, ağız ve burun arkasındaki hava yolunda darlık olduğunda ortaya çıkan gürültü biçimindeki ses olarak biliniyor. Sebebi dengesiz Beslenme, boğaz-burun bölgelerindeki rahatsızlıklar ve hastanın yatak üzerinde dengesiz yatması olabiliyor. Alkol ve Sigara da aynı şekilde horlamaya neden olabilir. Yine kişi eğer çok yorgun ise horlama başlar. Burada önemli unsur horlamanın sürekli olmasıdır.”Çocuklarda görülen horlamaların ise genellikle kilodan kaynaklandığını ve bu konuda ailelerin daha dikkatli olması gerektiğini belirten Küçüker, horlamanın ciddi bir sorun teşkil ettiğini kaydetti.Horlamanın sosyal olarak evli çiftler arasında da soruna neden olabildiğini vurgulayan Küçüker, şunları dile getirdi:“Horlayan kişi ailenin diğer bireyleri için de uykusuz gecelerin sorumlusu tutulur. Horlayan kişi Tatil ve iş gezilerinde istenilmeyen oda arkadaşı olur. En önemlisi evli çiftler ilk olarak yataklarını ayırır, sonra odalarını ayırır, sonuçta da bu boşanmaya kadar gidebilir. Bu nedenle horlama hali hafife alınmamalı.”TEDAVİHorlamanın tedavi yöntemleri hakkında bilgi de veren Dr. Küçüker, çeşitli önerilerde bulundu.Yetişkin kişilere Spor yapmalarını öneren Küçüker, “Horlayan kişiler uyku ilaçları, sakinleştirici ve antihistaminik denilen Alerji ilaçlarını uykudan önce almamalı. Uykudan 4-5 saat önce alkol almaktan kaçınılmalı. Uykudan 3 saat önce ağır yemek yenilmemeli. Aşırı yorgunluktan sakınmalı. Uykuda sırt üstü yatmak yerine yana yatmak tercih edilmeli. Aileler, çocukların kilo almasının önüne geçmeli. Kişinin burun ve boğazında rahatsızlık söz konusu ise mutlaka hekime başvurulmalı” diye konuştu.Ordu Devlet Hastanesi bünyesinde faaliyet gösteren uyku laboratuvarı hakkında da bilgi veren Küçüker, horlama şikayeti ile gelen hastaların öncelikli olarak yakınlarından uyku halindeki durumuyla ilgili bilgi aldıklarını belirten Küçüker, “Daha sonra hastalar bir gece burada uyutularak gece uyku hali gözlemleniyor. Horlamanın nedenleri tespit ediliyor. Eğer horlamanın sebepleri arasında kişinin burun ve boğaz kısmı ile alakalı ise tedavi o yönde yapılıyor” dedi.
Horlama aşkı bitiriyor

Çingene kızı Tuba geliyor


İŞTE ÇİNGENE TUBA(FOTO GALERİ)
Dizide çiçek satarak ailesinin geçimini sağlayan ve tesadüf sonucu şarkıcı olan Hasret’i canlandıran Büyüküstün, “Tomris Giritlioğlu, ‘My Fair Lady’ müzikalinden yola çıkarak oluşturduğu ‘Gönülçelen’ projesini getirdiğinde çok heyecanlandım. Zaten oldum olası Audrey Hepburn’ün o filmine bayılırdım. Yani bu çingene kızı ‘Bu kadar Tatil yeter’ dedirtti” dedi.
Çok uzun zamandır dizilerde oynuyorsunuz. Bir ara, “Dizilere daha ne kadar devam edeceğimi sorguluyorum” dediniz. Neden böyle bir sorgulama içine girdiğinizi açabilir miyiz?- Dizide oynarken, hayatınızı Dizi merkezli programlamak zorundasınız. Açıkçası o açıklamaya yorgun bir anda yapılan bir yorum olarak bakmak gerekir. Çünkü ben oyunculuğu dizi, Sinema filmi ve reklam filmi olarak kategorize eden bir oyuncu değilim. Bugüne kadar yer aldığım tüm projeler heyecanlanarak dahil olduğum, seyirci tarafından benimseneceğini düşündüğüm projelerdi. Sadece sinema, uzun yıllar sonra da internet üstünde veya şu anki Teknoloji ile DVD olarak yaşayan bir sanat dalı. Filmde oynamak tabii ki beni çok heyecanlandırıyor ama dediğim gibi bugüne kadar dizilerde oynadığım tüm karakterleri de severek, benimseyerek, elimden gelenin en fazlasını yapmaya çalışarak oynadım. Bundan sonra da bu böyle devam edecek. Oyunculukta samimiyet ve sahiciliğin peşindeyim. Çünkü her Proje dünyamı zenginleştirdiği gibi oyunculuğa dair yeni adımlar atmama yardımcı oluyor.“Asi” dizisinin çekimleri bittikten sonra dizi yapmamaya karar verdiniz, 6-7 aydır da ekranlardan uzaksınız. Bu zaman içerisinde neler yaptınız?- “Asi”nin çekimleri için Antakya’da yaşamak gerçekten çok keyifliydi. Ancak iki yıl evimden uzak kalmak ve dönüşte eve adaptasyon süreci kolay olmadı. Açıkçası bu yaz yurtdışında olmak gibi bir planım vardı ama Yusuf Kurçenli’nin senaryosu tüm planlarımı değiştirdi. “Yüreğine Sor” filmi, içinde olmaktan çok keyif aldığım bir proje. Aynı zamanda Karadeniz kültürünü de öğrenme şansı yakaladığım bir Film oldu. Çekimler boyunca Rize’de; Ayder Yaylası’nda yaşadım, film için şive ve horon dersleri aldım. Film sonrası, dizi için de hazırlık yapmaya ve karakterin gerektirdiği özellikler için dersler almaya başladım.ÇİNGENE KIZI ‘BU KADAR TATİL YETER’ DEDİRTTİPeki, şimdi yeni bir dizide, “Gönülçelen”de oynayacaksınız. Birkaç yıl dizi yapmama özgürlüğünüz vardı. Neden “Gönülçelen”i kabul ettiniz?- Yıllardır birlikte çalıştığım Tomris Giritlioğlu, “My Fair Lady” müzikalinden yola çıkarak oluşturduğu “Gönülçelen” projesini getirdiğinde çok heyecanlandım. Zaten oldum olası Audrey Hepburn’ün “My Fair Lady” filmine bayılırdım. Filmdeki sokak çiçekçisini başka bir etnik kültürden, Çingene bir kıza dönüştürdük. Bir etnik kimlik olarak kabulü 16’ncı yüzyıla dayanan Çingeneler, hayata bakışları ve yüzyıllardır yerleşik hayata tam adapte olamamış olmalarından ötürü, bugüne kadar genellikle televizyonda Komedi öğesi olarak yer aldı. Yüzyıllardır göçen bu halkın anlatılacak çok fazla şeyi olduğunu düşünüyorum. Özetle bu Çingene kızı, “Bu kadar tatil yeter” dedirtti bana. (Gülüyor)“Çingenelerin anlatılacak çok şeyi var” dediniz. “Gönülçelen”de neler anlatılacak?- Dizide baş erkek karakter Murat, Müzik konusunda kariyer yapmış, 30 yaşlarında bir akademisyen. Zengin olmasının yanı sıra kuşaklar boyu kökü ıstanbul’a bağlı bir ailede doğup büyümüş. Murat, ıstanbul’un en fakir semtlerinden birinde yaşayan, zengin semtlerinde çiçek satarak evine ekmek götüren Hasret’le bir araya geliyor. Onları bir araya getiren şey ise müzik. Semtin havalı şarkıcısı mahalle düğününde Sahne almayı reddedince, yerini Hasret alıyor. Böylece hayatı değişiyor. Bu eğitimsiz ve zaptedilmesi zor ses, daha fazla para kazanıp ailesinin selametini sağlamak adına kendisini Murat’a teslim ediyor. Tabii Murat, “Bu sesi öylesine adam ederim ki, onun geçmişine kimse inanamaz” iddiasını ortaya attıktan sonra! Hasret, Murat’ın ailesinin evine adım attığı andan itibaren bu eğitimin göründüğü kadar kolay olmayacağı ortaya çıkıyor. Hasret’in dobralığı, incelikle düzenlenmiş Sosyete kurallarına karşı ilgisizliği ve özgür ruhu, Murat’ın başına bela oluyor. Hasret’in yolculuğu ikisi için de çetin geçecek. Hasret’in dışarıdan bakıldığında değiştiğini düşünenlere cevabı net; kimsenin söküp atmaya yetmeyeceği kökü, hep aynı yerden nefes almaya yetecek.KIVRAK OLUP OLMADIĞIMI İZLERKEN GÖRECEKSİNİZBelli ki çok neşeli, renkli, keyifli, Türk Filmi lezzetinde bir proje. Sizi bugüne kadar hep az gülen, soğuk karakterlerde izledik. Hasret, bizi şaşırtacak ama eminim ki size de değişik ve ilginç gelmiştir...- Evet... Bol şarkılı, bol müzikli, bol danslı bir proje olacak. Bu projeyi kaçırmak istemedim. Çingenelerin özünde göçebe Yaşam vardır. “Asi” dizisinde toprağına bağlı, yüzyıllardır aynı toprak üzerinde yaşamış, hayatın anlamını toprakla bütünleştirmiş bir ailenin kızını oynadıktan sonra, hayatı günü gününe yaşamayı genlerine yerleştirmiş bir toplumun içinden gelen bir genç kızı canlandırma fikri, bana büyük heyecan verdi. Dediğiniz gibi bu projede izleyiciler, daha neşeli ve gülen bir Tuba ile buluşacak.Türk sinemasında Çingene’yi Türkan şoray, Gülşen Bubikoğlu gibi isimler de canlandırdı. O filmleri izlediniz mi?- Tabi ki izledim. Hemen hemen hepsini hem de. Çingene kültürü Dünyanın her yerinde olan, herkesin fikir sahibi olduğu, buna rağmen gizemini her zaman korumuş bir kültür bence. Çingenelerle ilgili her film, insanı kendine çekiyor. Ya da en azından beni...Hasret rolünü başarıyla canlandırabilmek için dans, şive ve ritim dersleri aldığınızı biliyoruz. Dans konusunda yetenekli misiniz? Bir Roman kıvraklığına sahip misiniz?- Dans dersleri alırken ve müziklerini dinlerken, zaten onların ruh halleriyle özdeşlik kurma şansı buluyorum. Bunun dışında mahallelerinde onları gözlemlemek de benim için önemli bir çalışma süreciydi. Bu süreç dizi boyunca da devam edecek. Bu proje için ağustos ayından beri Aydın Elbasan’dan şive ve ritim, ıstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçısı Hande Soner’den de şan dersleri alıyorum. Kıvrak mıyım, değil miyim, onu izlerken göreceksiniz...HASRET, FİŞEK GİBİ BİR KIZ Etnik bir kültürü yani Roman kültürünü inandırıcı bir şekilde canlandırabilmek için ağustos ayından itibaren ön çalışmalar yaptığınızı söylüyorsunuz. Bu yeterli olacak mı sizce?- Dersler dışında gözlem yapmak en önemli ön çalışma. Bir de Çingeneliğin tarihi hakkında teorik çalışma yaptım. Nereden geldikleri, tarihte nelerle karşılaştıkları, aldıkları tepkiler, göçebe hayatları, yerleşik hayata geçişleri gibi. Onların da oyunculuğuma yansıyacağına inanıyorum.Çingene kavminin aslen nereden geldiğini biliyor musunuz?- Hindistan’dan gelip dünyanın farklı yerlerine dağılmışlar. Avrupa’ya gidenler ‘soylu gezginler’ olarak adlandırılmış. Her yere gidip konaklayabilmeleri için, kraldan özel izin kağıdıyla dolaşıyorlarmış. Bir süre sonra skolastik düşünce etkisinden dolayı fal bakma yetenekleri gelişmiş ve ten renklerinin farklılığından dolayı da cadılık yapıyorlar diye suçlanıp her şehirden kovulmaya başlanmışlar. Konaklamalarına izin verilmemiş. Birkaç yüzyıl sonra yerleşik hayata geçmeye başlamışlar. Ancak hâlâ evlerini yanlarında taşıyan Çingeneler var. Hasret karakteri için “Güzelliği ve zekası ile herkesi kendine aşık eden bir genç kız” diyebilir miyiz?- Dobralığı, haksızlığa karşı çıkışı bence daha önde. Evine ekmek götürmek, hayta kardeşini okutmak gibi dertleri var bu kızın. Sokaklarda çiçek satarak büyümüş. Zorlukları iyi biliyor ama derdin içinde boğulmayıp gülmeyi, eğlenmeyi de seviyor. Yani fişek gibi, her yanından hayat taşan biri.“Sevdaya Durmak” filminde yasak aşkın içinde yer alıyorsunuz. Bir yanda aşka inanmayan bir Çingene kızı, diğer yanda yasak Aşk yaşayan bir kadın... Aşkın hallerini oyunculukta deneyimlemek nasıl bir şey?- Birinde Karadenizli bir genç kız, diğerinde Çingene... Bir sürü halde var olmayı deneyimlemek, farklı kültürlerin derinlerine inmek dolayısıyla başka başka insanlarla tanışmak, sohbet etmek, en iyisini yapabilmek için gözlem yapmak, hayatlarına bir nebze de olsa girmek çok keyifli.
Çingene kızı Tuba geliyor

Dünya basınından manşetler- 31 Aralık




--İngiliz anne en sonunda huzura kavuştu (İngiliz basını)
Kuşadası’nda 2005 yılında yaşanan bombalı saldırıda ölen İngiliz kadının annesi gazetelere verdiği röportajlarda bombacının ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasıyla en sonunda huzura kavuştuğunu söyledi.

O zaman 21 yaşında olan Helyn Bennett, Temmuz 2005’te yaşanan patlamada hayatını kaybeden beş kişiden biriydi.

Mahkemenin Salı günü bombacı Mehmet Keskin’e altı ömür boyu hapis cezası vermesinin ardından konuşan anne Sharon Holden, kararı duyduğunda gözyaşlarını tutamadığını belirtti.

“Dört buçuk yıl bekledikten sonra en sonunda adalet yerini buldu” diyen anne “Şimdi huzura kavuştuk. Umarım hapishanedeki günleri zor geçer ve ailemizin çektiği gibi bir acı çeker” dedi.

Bugüne kadar sürekli olarak “Ya salıverilirse?” sorusuyla yaşadıklarını ifade eden Holden, “Artık bittiğini biliyoruz ve rahatız. Asla dışarı çıkamayacak” dedi.

Bu yıl sonbahar aylarında aile Türk yetkililerinden gelecek 1.1 milyon sterlinlik (o günün parasıyla 2.4 milyon TL) tazminatı kabul etmişti.

Holden, İngiliz hükümetinin ülkede Temmuz’da gerçekleşen terör olayında zarar görenlere verilen tazminatın yurtdışındaki saldırılarda zarar görenleri kapsamadığını söylediğini ifade etmiş ve “Kendi hükümetimiz bize sırt çevirdi. Ancak olaydan dört yıl sonra Türk hükümeti kendi hükümetimizin yapması gerekeni yaptı,” demişti.

İngiliz anne ayrıca davanın sona ermesi beklenen Temmuz ayında Türkiye’yi ziyaret etmişti.

DIŞ BASINDA TÜRKİYE
THE ECONOMIST
--Türkiye ve generalleri: Lanetli Komplo Teorileri
Türkiye’nin generalleri için 2009 zor bir yıl oldu. Bir Dizi sızdırılmış belge, telefon dinlemeleri ve bazen de basit kazalarla ortaya çıkan gelişmeler en güçlü laiklerin bile inancını sarstı.

VOICE OF AMERICA
--Rum Ortodoks Patrik’i ile hükümet arasında gerginlik artıyor
Fener Rum Patrik’i Bartolomeos, ABD kanalında yayınlanan 60 Minutes programında Türk yetkililerin ülkedeki Hıristiyanlara kötü muamelesinden şikayet etmişti.

XINHUA
--Türkiye Iraklı yaralılara tedavi olanağı sundu
Türkiye Çarşamba günü yaptığı açıklamada 15 Iraklı yaralının tedavi için Türkiye’ye getirileceğini duyurdu. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Pazar günkü bombalamada yaralanan Iraklıların, Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir ambulans uçağıyla Türkiye’ye getirileceği belirtildi.

DAILY MAIL
--İngiliz kadının annesi teröriste verilen cezayla huzura kavuştu
Kuşadası’nda yaşanan bombalı saldırıda ölen İngiliz kadının annesi teröriste hapis cezası verilmesiyle en sonunda huzura kavuşabildiğini söyledi.

BBC
--Türkiye’deki bomba kurbanı için sonunda adalet geldi
Türkiye’deki bombalı saldırıda ölen İngiliz kadının ailesi bombacının ölüm cezasına çarptırılmasıyla en sonunda adalete kavuştuklarını belirtti.

VOICE OF GREECE
--Eski bir Türk üst düzey yetkiliden itiraf: Heybeliada okulu konusunda çözüme ulaştık
O dönemde Patrik Bartolomeos’la görüşen Kemal Gürüz’ün yaptığı açıklamaya göre Patrikhane ve Ankara arasında Heybeliada Ruhban Okulu üzerinde 2000 yılında anlaşmaya varılmıştı.

THE ASSOCIATED PRESS
--Jim Walter Resources, Erdemir’e borç davası açıyor
Hammadde satan Jim Walter Resources, Türkiye’nin çelik üreticisi Erdemir’in 89 milyon dolardan fazla borcunu ödemediği için dava açtığını duyurdu.

DAILY TIMES
--Cumhurbaşkanı Gül, Zerdari’ye telefon etti
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari’ye telefon ederek Aşure gününde Karaçi’de hayatını kaybedenler için başsağlığı diledi. Gül, Türkiye’nin Pakistan’daki demokrasi savaşına ve terörle mücadelesine destek verdiğini belirtti.

FINANCIAL TIMES
--Türk medya devi ayrılıyor
Türkiye’nin en büyük medya grubu Doğan Holding’in sahibi Aydın Doğan Cuma gününden itibaren başkanlıktan ayrılacağını ve yerine kızı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın geçeceğini duyurdu.

Dünya Basını


THE NEW YORK TIMES

--Casusluk kurumları terör üzerindeki ipuçlarını bir araya getirmeyi başaramadı
Ulusal Güvenlik Teşkilatı Yemen’deki El Kaide liderlerine ait bir plana yönelik değerlendirmeleri tespit ederken, casusluk kurumları değerlendirmeleri diğer bilgiler ile bir araya getirmedi.

--Havayolu şirketleri müşteri tepkisi ile karşı karşıya
ABD'deli havayolu şirketlerinin yöneticileri Detroit'e giden ABD uçağındaki bombalama girişiminin yolcuların gezi planları üzerindeki etkisini minimuma indirmeye çalışıyor.


--New York ilk bütçe açığını verdi
Aylarca düşen gelir ve bütçe savaşlarının ardından, Çarşamba günü itibari ile New York yaklaşık 1 milyar dolar borçlu durumda.

THE WASHINGTON POST
--İntihar bombacısı Afganistan’daki CIA üssüne saldırdı
Yetkililer Afganistan-Pakistan sınırında gerçekleşen bombalamanın, savaş süresince ABD istihbarat ajanlarına düzenlenen en ölümcül saldırı olduğunu belirtti.

--Obama uçaktaki terör saldırısı hatalarını gözden geçirecek
Bu araştrıma kapsamında CIA, Ulusal güvenlik Teşkilatı ve İçişleri Bakanlığı da bulunuyor.

--ABD GMAC’ı tekrar kurtardı
ABD Hazinesi General Motors'un kredi sağlayan birimi olan GMAC'e, verdiği 3.8 milyar dolarlık yeni destek ile yönetimin, şirkette ana mal sahibi konumuna gelmesini sağladı.

THE WALL STREET JOURNAL
--ABD, saldırı girişimi araştırmalarına devam ediyor
ABD’li güvenlik güçlerinin yaptıkları araştırmalar sonucunda, daha önce de pek çok terör eyleminde yer alan ABD doğumlu Yemenli Din adamı Enver el-Evlaki’nin Noel gününde Detroit’e giden uçağa yapılan saldırı girişimiyle bağlantılı olduğu ortaya çıktı.

--İran, başarılı öğrencilere savaş açıyor
İran sokaklarında yaşanan dramının ardından, ülkedeki yetkililerin en iyi öğrencilerine göz açtırmadığı ve öğrencilerin kariyerlerine büyük bir Darbe indirdikleri ortaya çıktı.

--Rusya, yılı düşük enflasyonla kapatıyor
Federal İstatistik Hizmetler Merkezi’nden gelen son veriler, Rusya’da tüketici fiyatlarının 28 Aralık’ta sona eren haftada da sabit kaldığını gösterdi. Bu şekilde Rusya, bu onyılda gördüğü en düşük yıllık enflasyon rakamlarından birine yaklaşmış oldu.

FINANCIAL TIMES
--Bankacılık sektörü liderleri ikramiyelerden alınan vergilere kızgın
İngiltere’nin bankacılık sektöründen isimler, hükümetin bankalar, çalışanlar ve bankacıların aldıkları ikramiyeler konusunda duygusal hareket ettiğini ve oldukça sorumsuz kararlar aldığını dile getiriyor.

--Sarkozy, karbon vergilerinde en iyisini yapmaya çalışıyor
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Anayasa mahkemesinin karbon vergilerinin yürürlüğe girmesinden iki gün önce kararı geçersiz kılmasının ardından, hükümetiyle birlikte vergiler konusunda elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor.

--Rus devi Rusal’dan 2.6 milyar dolarlık halka arz
Rus milyarder Oleg Deripaska’nın kontrolündeki alüminyum şirketi UC Rusal, Hong Kong’da gelecek ay gerçekleştireceği halka arz ile 2.6 milyar dolar elde etmeyi planlıyor.

THE GUARDIAN
--Bağdat’ta yaşanan kaçırılma olayında İran parmağı
The Guardian gazetesinin yaptığı araştırmalar Irak’ta kaçırılanların hemen ertesi gün İran’a götürüldüğünü ortaya çıkardı.

--Afganistan’daki patlamada CIA ajanları öldürüldü
Afganistan'daki Askeri üste yaşanan intihar saldırısında ölen sekiz sivilin CIA ajanları olduğu doğrulandı.

--ABD’nin, El Kaide’ye karşı planları başarılı oldu
Başarısız olan uçak bombacısını kimlerin idare ettiği araştırmaları sürerken Yemen’deki terörist üslerine karşı misilleme saldırıları ihtimali sürüyor.

HAARETZ


-- Hamas: İsrail’in Gilad Şalit’i yerini tespit etme çabalarını engelledik
Hamas, İsrail’in Gazze’deki El Fetih örgütü arayıcılığıyla esir asker hakkında bilgi toplamaya çalıştığını dile getirdi.

-- İsrail, Gazze sınırındaki köylere maddi yardım sağlayacak
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Maliye Bakanı Yuval Steinitz, Pazar günü hükümete Gazze sınırındaki bazı yerleşimlere 190 milyon şekel değerinde maddi yardım vermeyi ön gören bir plan sunacak.

--Polis, Yahudi teröristten 10 yıl önce şüphe etmişti
Batı Şeria’daki yerleşimlerin durdurulması kararından sonra aşırı protesto gösterilerinde bulunan Jack Teitel’in birçok cinayet vakasında şüpheli olarak gözaltına alındığı ve birçok cinayet girişiminde bulunduğu ortaya çıktı.

FRANKFURTER ALLGEMEINE ZEITUNG
--ABD El Kaide'ye saldırmaya hazırlanıyor
El Kaide'nin, Amsterdam-Detroit uçağını havaya uçurma girişimi ABD'yi harekete geçirdi. ABD El Kaide'nin Yemen'deki üslerini vurmak için hazırlıklara başladı. Başkan Barack Obama ise istihbarat birimi yetkililerini görevlerini yapmamakla suçladı.

DIE WELT
--Merkel: 2010 zor bir yıl olacak
Almanya Başbakanı Angela Merkel yılın son gününde Alman halkına seslendi. Merkel 2010 yılının ekonomik açıdan zor bir yıl olacağı uyarısı yaptı. Ekonomik durgunluktan çıkmak için 2010 yılının belirleyici bir yıl olacağını ifade eden Merkel, Almanya'nın Afganistan misyonunu da savundu.

EKONOMİ BASINI

BLOOMBERG
--Asya borsaları 2003'ten beri en büyük yıllık kazanca hazırlanıyor
Asya borsaları, Çin'in önümüzdeki dönemde de küresel ekonominin resesyondan çıkmasına yardım eden politikalarını devam ettireceği taahhüdünde bulunmasıyla bu yılsonunda 2003 yılından beri en yüksek yıllık kazancını sağlayabilir. Aynı Politika, Petrol ve bakırın fiyatında da son onyıldaki en sert rallisini yaşamasına neden oldu.

--Fed’in alımları durdurmasıyla mortgage tahvillerindeki ralli sona erebilir
ABD Merkez Bankası'nın (Fed) Mart ayı itibariyle 1.25 trilyon dolar değerindeki mortgage destekli tahvilleri almaya son verecek olması, bu yatırım aracında yaşanana rallinin sona ermesine neden olabilir. Gelişme yeni konut fiyatları faizlerini de artırma potansiyeli taşıyor.

--Çin: Krizi 'defetmek' için 2010 kritik
Çin Merkez Bankası Başkanı Zhou Xiaochuan, 2010'un Dünyanın üçüncü büyük ülkesinin ekonomisini güçlendirme ve küresel finansal krizini etkilerini 'def etmek' için kritik bir yıl olacağını söyledi.

CNBC
--Hazine bonolarının açık artırmaları 2010’da azalabilir
ABD’de hazine tahvil piyasasında bu hafta 118 milyar dolar değerinde alım gerçekleştirdi ancak gelecek yıl bu kadar yüksek seviyede olmayabilir. Çünkü yatırımcılar enflasyon korkusuyla piyasadan çıkabilir.

-- Çin yuan konusunda kendi bildiğini yapmaya kararlı
Çin Merkez Bankası’ndan yetkili bir birim, Çarşamba günü Çin’in yuanın değerlendirilmesi konusunda, ekonomik büyüme ve istihdam piyasasını dikkate alarak büyük değişikliklere gitmeyeceğini açıkladı.

-- Küresel alüminyum piyasasında Rus etkisi
Rus alüminyum şirketi UC RUSAL, Salı günü şirketin Hong Kong’da 2.6 milyar dolarlık bir halka arz gerçekleştirmeyi planladığını açıkladı.


CNNMONEY
--Fox, Time Warner ile yaşanan sorunda pes etmiyor
ABD'li Televizyon yayıncısı Fox Network, Çarşamba günü Time Warner Cable şirketinin yaşanan bir ödeme sorunu nedeniyle Federal İletişim Komisyonu'yla tahkime gitme teklifini reddetti.

--Dow Jones ve Nasdaq 2009'un zirvesinde
ABD borsaları Dow Jones Sanayi Endeksi ve Nasdaq, Çarşamba günü dalgalı seyreden seansın sonrasında, yatırımcıların güçlü dolar beklentisi ve yılsonundaki temkinli hareketleriyle hafif yükseldi ve yılın yeni zirve seviyelerini gördü.

--Amazon.com Tatil sezonunun en mutlu eden şirketi oldu
ABD’de pazar araştırmaları yapan ForeSee Results şirketi tarafından yayımlanan veriler, Amazon.com'dan Alışveriş yapanların bu yılki tatil sezonundan en tatmin olmuş müşteriler olduğunu gösterdi.

FORBES
--Kuzey Kore yabancı para birimlerinin kullanılmasını yasakladı
Kuzey Kore’nin yabancı para birimlerinin kullanılmasını yasaklaması, aşırı tutucu hükümetin yeni gelişmekte olan piyasa ekonomisi üzerinde kontrolü ele geçirmeye yönelik niyetini gösterdi.

--Çin’in gelecek yılı
Çin'de önümzdeki sene büyümenin güçlü şekilde devam edecek olmasına rağmen, dış Ticaret ve iç politikadaki baskılar 2010'un ülke için bir test dönemi olacağını gösteriyor.

--Kriz bazı hükümetleri güçlendirdi
Latin Amerikalı liderler, küresel finansal krize gösterdikleri yönetimle popülaritelerini arttırdılar.

MARKETWATCH
-- Hazine'den GMAC’e ek 3.8 milyar dolarlık yardım
General Motors'un kredi sağlayan birimi olarak faaliyet gösteren GMAC, ABD Hazinesi'nden 3.79 milyar dolar daha kaynak aldığını açıkladı. Yapılan bu son yardımla, Hazine'nin şirket sahipliğindeki payı yüzde 56'nın üzerine çıkmış oldu.

--Gelişmekte olan ülkeler 2010'da yükselmeye devam edecek mi?
Gelişmekte olan ülkelere odaklanan uluslararası menkul kıymet yatırım fonları bu yılın en çok kazandıran enstrümanları olurken, aynı başarının 2010’da da devam edip etmeyeceği sorgulanıyor.

--ITC çelik boru dampinginde Çin karşıtı karar aldı
Uluslararası Ticaret Komisyonu (ITC), Çarşamba günü ABD'li çelik üreticilerini lehine karar vererek, Çin'in bu ülkede sattığı çelik boru ürünlerinin fiyatının adil olmadığını söyledi.







Dünya basınından manşetler- 31 Aralık

CNNMoney - 31 Aralık


--Fox, Time Warner ile yaşanan sorunda pes etmiyor
ABD'li Televizyon yayıncısı Fox Network, Çarşamba günü Time Warner Cable şirketinin yaşanan bir ödeme sorunu nedeniyle Federal İletişim Komisyonu'yla tahkime gitme teklifini reddetti.

--Dow Jones ve Nasdaq 2009'un zirvesinde
ABD borsaları Dow Jones Sanayi Endeksi ve Nasdaq, Çarşamba günü dalgalı seyreden seansın sonrasında, yatırımcıların güçlü dolar beklentisi ve yılsonundaki temkinli hareketleriyle hafif yükseldi ve yılın yeni zirve seviyelerini gördü.

--Amazon.com Tatil sezonunun en mutlu eden şirketi oldu
ABD’de pazar araştırmaları yapan ForeSee Results şirketi tarafından yayımlanan veriler, Amazon.com'dan Alışveriş yapanların bu yılki tatil sezonundan en tatmin olmuş müşteriler olduğunu gösterdi.
CNNMoney - 31 Aralık

Tuesday, December 29, 2009

Akdeniz in unutulmuş sahil kenti "Yumurtalık"

Yumurtalık Belediye Başkanı Turgut Erişmen, Yumurtalık denildiğinde akla ilk olarak BTC Ham Petrol Boru Hattı ile İSKEN Termik Santrali'nin geldiğini belirtti. Ekonomi alanındaki bu algıya ilçenin tarihi ve doğal güzellikleriyle birlikte turizmi eklemek istediklerini ifade eden Erişmen, şöyle konuştu:



''Yumurtalık Karataş'la birlikte Adana'nın denize kıyısı bulunan iki ilçesinden biri. Yumurtalık'ın sahillerini değerlendirerek Turizm alanında da söz sahibi olmak istiyoruz. Kentte sanayi yatırımları yoğun olmasına rağmen sanayi tesisleri ile sahil arasında yaklaşık 16 kilometre mesafenin bulunması ve akıntının ters olması sayesinde deniz burada tertemiz. Keşfedilmemiş bir cennet olan bu ilçedeki sahilleri Doğu Akdeniz'in Tatil yöresi haline getirmek istiyoruz.''



Erişmen, ilçenin turizm alanında söz sahibi olabilmesi için birçok faktörün bir arada olması gerektiğini, bu konuda birçok kurum ve kuruluştan destek beklediklerini kaydetti. Yumurtalık-Ceyhan kara yolunun duble olması halinde ilçeye ulaşımın kolaylaşacağını bildiren Erişmen, şunları kaydetti:



''Bunun yanı sıra buraya gelecek olanların konaklayabileceği 5 yıldızlı otellere ihtiyaç var. Bu yatırımların kente gelmesi için yatırımcılara gerekli kolaylıkları sağlarız. Ayrıca, BTC ve İSKEN'den kentin sosyal hayatını canlandıracak projeler yapmalarını bekliyoruz. Bir kent turizmde söz sahibi olmak istiyorsa sadece doğal güzellikleri yeterli olmuyor. Buraya gelenlerin eğlenebileceği, yemek yiyebileceği yerler olması gerekir. Kentin sosyal yaşantısı da hareketli olmalı.''



TARİHİ DOKU ELDEN GEÇİYOR



Erişmen, ilçenin doğal güzelliklerinin yanı sıra tarihi dokusuyla dikkati çektiğini belirterek, bu dokuyu da ön plana çıkarmak için çalışmalar yaptıklarını söyledi. Yumurtalık Kalesi'nin restorasyonunu gerçekleştirebilmek için girişimlerde bulunduklarını kaydeden Erişmen, şöyle konuştu:



''Kale içinde kalan bölümde evler bulunuyor. Bunları başka yerlere taşımak istiyoruz. Buranın bize tahsisi için Müzeler Genel Müdürlüğüne başvurduk ve olumlu yanıt aldık. Milli Emlak Genel Müdürlüğünden tahsis yazısı geldiği zaman restorasyona başlayacağız. Restorasyonun aslına uygun olmasına çok dikkat ediyoruz. Bu projenin yaklaşık 2 milyon TL'ye mal olması bekleniyor. Bu bedeli Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Özel İdaresi ve belediye kaynakları ile karşılayacağız.''



Erişmen, Akdeniz'in unutulmuş sahil kenti durumunda olan Yumurtalık'ı turizmde söz sahibi yapacak yatırımları en geç 2011 yılında tamamlamayı hedeflediklerini belirterek, atılan adımların somut getirisini göreceklerine inandıklarını söyledi.



*FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ...
Akdeniz'in unutulmuş sahil kenti "Yumurtalık"

BEYRUT küllerinden doğuyor

Tevrat’ta “bal ve süt” ülkesi olarak geçen Kenaneli’nin “vaat edilmiş” topraklarıyla alfabenin mucidi Fenike’yi düşünüyorum... Tüm Semitik kökenli dillerde, karlı zirvelerinden dolayı “Beyaz Dağ” diye anılan Lübnan’ın başına gelenleri. Bu küçük ama zengin (yalnızca yerel kaynakları açısından değil tarihi ve kültür mirasıyla da) ülkenin, yıllar boyu birbiriyle halleşip kaynaşmış ama ilk fırsatta birbirinin gözünü oymaktan geri kalmamış Hıristiyan, Müslüman, Dürzi halklarının trajik alın yazısını...MERKEZDEKİ METRUK ALANLAR CANLANMIŞMS 551’deki depremde yerle bir olmadan, dev dalgaların altında yitip gitmeden önce antikçağın en önemli yerleşimlerinden biri vardı burada. Mermer sütunları, tapınakları, su kemerleri, tiyatrosu ve hipodromuyla olduğu kadar Roma İmparatorluğu’nun dört bir yanından gelen öğrencilerin en yetkili hocalardan ders aldığı Hukuk Okulu’yla da ünlüydü. Ama taş üstünde taş kalmadı bir anda, eski kent yeryüzünden silindi gitti. Neyse ki bugün, son savaşta yıkılan kent merkezindeki metruk alan, kazı çalışmaları sayesinde canlanmış durumda. Beyrut’un Fenike, Helenistik, Roma ve Bizans mirası yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor. Haçlılardan kalma kilise kalıntılarıyla Kölemen ve Osmanlı hamamları da. Dev vinçleri, kıyı boyunca yükselen gökdelenleri ve köstebek yuvasını andıran kazı yerleriyle büyük bir şantiye halinde Beyrut, her kazma darbesiyle eski kimliğine kavuşma mücadelesi veriyor. Otelin balkonundan gördüğüm manzara: çanak antenlerle sarmaş dolaş kuruyan çamaşırlar, harap bir evin çatısına yığılmış, ne işe yaradığı belirsiz eski Otomobil lastikleri ve bir parça deniz: Akdeniz. Romalılardan bu yana “bizim” olan, yine de bir türlü paylaşamadığımız, tarih boyunca kan gölüne dönüştürdüğümüz deniz. Bu yüzden olsa gerek, Filistinli Şair Mahmut Derviş ünlü “Beyrut Kasidesi”nde “Ak ya da kurşuni, nisanda yeşil. Gerçekte mavi ama öfkelendiğinde her mevsim kıpkırmızı” der Beyrut’un denizinden söz ederken.Boş arsada tek başına bir palmiye bekliyor, öyle mahzun, yalnız, kurumak üzere. Sivri yaprakları arasından beş katlı bir yapı görünüyor, duvarlarında mermi izleri, içi boş, pencereleri kırılmış. Her yıkımdan sonra küllerinden doğsa da, savaşın (daha doğrusu peşpeşe patlak veren savaşların) yaralarını tümüyle saramamış bir kent görünümünde Beyrut. İSYAN VE SEVGİ İFADESİÜç yıl öncesinin İsrail bombardımanından söz etmiyorum, iç savaşın yol açtığı derin yaralar var hâlâ, yalnızca kentin Mimari dokusunda değil, insanların yaşamlarında da. Bir anlamda mirasçısı olmayan, yani sahipsiz bir kentteyim. Sahi, yüce dağlardan Akdeniz’e yumuşak bir iniş yapmış gibi sere serpe uzanan bu güzel yarımadanın gerçek sahibi kim? Yine Mahmut Derviş’e dönersek “Saygıyla kıyıya inen dağlarla, dağlara yükselen denizin” sahibi? Bir ulustan ziyade çokkültürlü, çokdinli bir topluluklar harmanı olan Lübnan halkı mı, hâlâ kamplarda yaşayan Filistinliler mi yoksa? Filistinliler silahlarıyla 1962’de kovulmuştu bu kentten, dolayısıyla onlar olamaz. 0 zaman Hizbullah örgütüdür belki ya da Suriye. Lübnan’ın tek sahibi yok anlayacağınız. Bu yüzden de başına gelmedik bela kalmamış. İsrail bombardımanları sırasında “kim derdi ki bir gün” diye yazmıştım, “evet bir gün her şey yeniden başlayacak, kentin kalbine yeniden bombalar yağacak? İç savaştan, Sabra - Şatila katliamından, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün zorla sürgüne gönderilmesinin ardından İsrail, Lübnan’a yeniden müdahale edecek, bu kez Hizbullah’ı ortadan kaldırmak bahanesiyle yeniden siviller ölecek. Kim derdi ki bir gün, önce Suriye’nin gizli, sonra İsrail’in haksız ve ölçüsüz müdahalesiyle kan dökülecek, Beyrut yeniden geçmişin acılarını yaşayacak.” Yalnızca bir isyan değildi bu satırlar, aynı zamanda bu ülkeye, bu kente duyduğum ilgi ve sevginin de ifadesiydi. Arkadaşlarım vardı orada. Kitaplarımın Arapça çevirilerini yayımlayan Dar Al Farabi Yayınevi ve yöneticisi Abou Akl bombardıman altındaydı. Kentin en akıllı, en cana yakın, en güzel gazetecisi, sevgili Joumana ve onun gazetesi An-Nahar bombardıman altındaydı. Arap dünyasının en değerli yazar ve şairleri, dostlarım Elias Ghoury ve Amman’da yaşamakla birlikte yolu sıkça Beyrut’a düşen Mahmut Derviş bombardıman altındaydı. ŞAŞIRTAN KARŞILAŞMAOysa şimdi, resmi binalarla kentin stratejik noktalarında bekleyen silahlı askerlere rağmen, ortalık sakin gibi görünüyor. Bir gerilim var evet, ama savaş yok. Şimdilik yok. Gökdelenlerle izbelerin, boş arsalarla viran evlerin kentindeyim. Yine de, Ortadoğu’nun en ışıklı, en Canlı, en göz alıcı kentlerinden biri Beyrut, çünkü kozmopolit bir geleneğe sahip. Sabahın erken saatlerinden itibaren dağdan inen Dürzilerle Ermeni ve Kürtlerden, Maronitlerle çember sakallı Şiilerden oluşan, iş aramaya gelmiş Pakistanlı ve Hintlilerle renklenen bir kalabalık dolduruyor sokakları. Kıyı kahvelerinde kot pantolonlu genç kızlarla türbanlı kadınlar kavrulmuş çekirdek, fındık fıstık, dondurma, artık ne bulurlarsa atıştırıp bir yandan da nargile içiyor. Bu kozmopolit ve görece özgür ortamda, uzun yıllar bu topraklara hükmetmiş Osmanlı’nın da payı var elbette. Eski kültür bakanlarından Ghassan Salame’nin davetlisi olarak Lübnan’a geçen gelişimde Galatasaray Lisesi’nden sınıf arkadaşım Celâlettin Kart’a rastlamıştım. Hayretle, burada ne işin var, diye sormuştum. “Asıl senin ne işin var, ben TC’nin Beyrut büyükelçisiyim!” yanıtını almıştım. Dağın tepesinde bir oteldeydik. Celâlettin bir Osmanlı valisi edasıyla dolaşıyordu ortalıkta. Ne de olsa bu dağ ve aşağıdaki kıyı, dik yamaçlar, Bekaa vadisi, 1. Dünya Savaşı ertesinde Fransız yönetimine geçene kadar, 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştı. Son gece, Celâlettin’in de katıldığı Fransız elçisinin rezidansındaki yemekte Osmanlı’dan miras duvar süslemeleriyle çinilere hayran kalmıştık. Yalnızca kent merkezinde ve köklü ailelerin yaşadığı köşklerde değil, “Davut Paşa” gibi bazı yemek adlarında bile Osmanlı izlerine rastlamak mümkündü. Balkonda kahve keyfinden sonra otelden çıktığımda dikkatimi çeken ilk şey askerler oldu. Ağır silahlar kuşanmış, zırhlı araçlarla köşe başını tutmuşlardı. Para bozdurmak için girdiğim ilk bankanın duvarında eski başbakan Hariri’nin fotoğrafını görünce savaş ve yıkım günlerini anımsadım. Hariri de, Lübnan siyasetini yönlendiren nice lider gibi bir suikastta can vermişti. Onun adını taşıyan Osmanlı tarzı camiye doğru, küçük saat kulesine açılan sokaklarda yürüdüm. Balkonlu, cepheleri yenilenmiş eski taş yapılar tarihsel Beyrut’un bağdaşık, tutarlı ve güzel bir mimari dokusu olduğunun en belirgin işaretleri. Ne var ki, Ortodoks Katedralin yanı başına, sanki ona meydan okumak için dikilmiş izlenimi veren Hariri Camii, turkuvaz rengi kubbeleri ve süslü minareleriyle Binbir Gece Masalları’ndan çıkıp gelmiş bir devasa oyuncağı andırıyor. Ve mimari dokuyu berbat ediyor.OTOBÜS, DOLMUŞ ARAMAYIN Yayalara göre bir kent değil Beyrut, benim gibi toplu taşıma araçlarını, otobüs ve tramvayları özel araçlara tercih edenlere göre hiç değil. Çünkü Beyrut’da yoksul da zengin de kendi otomobiliyle dolaşıyor. Otomobilleri tek varoluş nedenleri sanki, kişiliklerinin, günlük hayatlarının ayrılmaz bir parçası. Hatta en doğal uzantısı. Yoksullarınki hurda belki, ama, yine de, bunlardan daha hurda taksilerle dolmuşlara bir alternatif oluşturuyor. Kent merkezinde ne metro var ne otobüs. Ne de, anılarda, sepya fotoğraflarda kalmış eski tramvaylardan en küçük bir iz. Otobüslerin yalnızca kenar mahallelerde çalıştığını söylediler; merkezden kent dışına sefer yapan Nuh-u Nebi’den kalma tektük minibüslere rastladığımı ama binmekten çekindiğimi, hatta düpedüz korktuğumu da itiraf etmeliyim. Beyrut doğumlu, ergenlik yıllarını ve gençliğini bu kentte yaşamış, Kavafis’in o nefis şiirinde İskenderiye için söylediği gibi “hayatını bu köşede karartmış” kadim dostum Amin Maalouf’a romanlarında Semerkant, Granada, hatta Cenova gibi birçok kentten söz etmesine rağmen neden Beyrut’u (Tinos Kayası hariç) es geçtiğini sorduğumda, iç savaşın travmasını bir türlü üzerinden atamadığını, bu nedenle sevgili kentinden söz etmeye gönlünün el vermediğini söylemişti. Ama, dikkatli bir okurun, dolaylı da olsa, satır aralarında Beyrut’u bulabileceğini de eklemişti. Cebimde son kitabı, Amin Maalouf’un Beyrut’unu keşfetmek üzere Musichall’den otele dönerken gün ağarıyordu.NÖBETTEKİ SİLAHLI ASKER BİLE NARGİLE İÇİYORBurada bir nargile cennetindeyim. Yalnızca kent merkezindeki, “Yıldız Alanı” na çıkan sokaklar boyunca sıralanmış şık kahve teraslarında değil, yoksul halkın, daha doğrusu cellabalı erkeklerin çene çaldığı izbe kahvelerde de değil, lokantalarda, tüm kapalı yerlerde nargile içiliyor. Kaldığım otelin barında kısa etekli kızlarla başörtülü teyzeler, hatta türbanlı genç kadınlar da, kocalarının eşliğinde geç vakitlere kadar nargile içiyorlardı. Sabaha karşı otele dönerken, köşede mevzilenmiş Kalaşnikov ve roketatarlı askerlerin bile nöbette nargile içtiklerine tanık oldum. SAVAŞA İNAT EĞLENİYORLARMusichall, Beyrut’un en ünlü gece kulüplerinden. Geç vakit, kırmızı kadife perde açıldığında Sahne alan Rock grupların çaldığı Müzik eşliğinde mini etekli, aşırı makyajlı, birbirinden güzel kızlarla delikanlıların, kulübe son model cipleriyle geldikleri her hallerinden belli olan mirasyedilerin masalar üzerinde dansı, daha doğru bir deyimle “tepinmesi”, başlıyor. Siyasi ve ekonomik krize, adım başında rastlanan Askeri barikatlara ve Hizbullah’a inat, çılgın gençlik burada kurtlarını döküyor. İçki serbest elbette, Sigara dumanı kalabalığın üzerine bulut gibi çöktüğünde hayaletler de sahnede yerlerini alıyor. Öldürülen siyasi liderlerle iç savaş sırasında komşularının kulaklarından kolye, derilerinden abajur yapan milisleri, bizimkinden pek farkı olmayan Lübnan rakısının da etkisiyle, görür gibi oluyorum. Rock eşliğinde hora tepiyorlar. Derken, karşımda durmadan konuşan ama gürültüden söyledikleri anlaşılmayan, Kameriye’nin Altında romanıyla Lübnan iç savaşına yeni bir yorum getiren Hyam Yared’e 15 yıl süren savaşı kimin kazandığını soruyorum. Tek cümleyle yanıtlıyor: “Hiç kimse kazanmadı, herkes kaybetti.”
BEYRUT küllerinden doğuyor

Köpekbalığı avcılarının okyanus esintili kasabası

Sahile çekilmiş birkaç balıkçı kayığının manzarası nostaljik... Denizden esen serin rüzgâr, masmavi gökyüzü ve yakan güneşiyle tipik bir yaz günü... Kumsal yürüyüş yapanlar ve güneşlenenlerle dolu. Kimileri kayalıkların üzerinden balık tutmayı deniyor. Uruguay’ın bu okyanus beldesinde binlerce yıldan beri doğanın hükmü geçiyor. Rüzgâr durmaksızın eserek granit kayaların altın kumlara gömülmesine yol açıyor, ardından iç kesimlere doğru yolculuğuna devam ediyor. Sahili boydan boya kat ederek okyanustan Laguna Negra’ya (Siyah Lagün) kadar yayılan altın kumsallar, tamamen bu rüzgârların ürünü... Yağmurla oluşan erozyon kumulların şeklini bir anda değiştiriveriyor. Sahildeki devasa granit kayalıklar arasından yolunu bulan kumlar tuhaf biçimli tümseklere dönüşüyor, üzerini bitkiler kaplıyor.Yükseklerden gelen dereler ve yağmur, bu kumulların arasında minik göletler oluşturuyor. Bu da yörenin envai türde bitkilerine Yaşam ortamı sunuyor.KURULUŞ VESİLESİ ASTIMLI BİR ÇOCUKPunta del Diablo, ülkenin doğusundaki Rocha Bölgesi’nde. Başkent Montevideo’nun 300 kilometre kuzey- doğusunda. Vaktiyle küçük bir balıkçı köyüymüş, bugün popüler bir sahil beldesi. Arjantinli, Brezilyalı ve Avrupalıların gözdesi. Kumsalları, “trident” olarak adlandırılan üç kayalık dağla adeta damgalanıyor. Bu bölge aynı zamanda Santa Teresa ve San Miguel ulusal parklarının da yakınında. Punta del Diablo’nun daimi nüfusu yalnızca 650 kişi. Çoğunu balıkçılar, zanaatkârlar oluşturuyor.Kasabanın kuruluşu 70 yıl öncesine uzanıyor. Vuelta del Palmar’da küçük bir arazi sahibi olan Rocha Ailesi, çocukları astım hastalığına yakalanınca, doktorların önerisiyle bu bölgeye geldi. Martinez Ailesi’ne ait dağlık arazide bir çiftlik kurdu. Yazları sahile indi. Küçük çocuğun bedeni okyanus havasıyla güçlendi. Bay Rocha, kışın balık sezonunda da sahildeki evine geliyordu. Ardından 1942’de, köpekbalığı avlayıp ciğerini Asya ülkelerine satan balıkçılar kulübeler kurdu. Onları, ülkenin iç bölgelerinde yaşayıp hayatlarını değiştirmek isteyen köylüler izledi. Böylece bir balıkçı kasabası oluştu. Pamuktan “tasajo” dedikleri ağlar örüp, yıllarca umutlu denize açıldılar, hayatlarını böyle kazandılar. 1990’larda bölgeye sürekli gelen, yerleşmeye karar veren turistler ilk tesisleri kurdu. Kasabanın tanıtımına girişti. Bugün, yerli halkın kısaca “Punta” olarak adlandırdığı Punta del Diablo, gelişmiş altyapısı, birinci sınıf restoranları, şirin butikleriyle cıvıl cıvıl bir Tatil belde. 40 DOLARA EV KİRALAYINSanatçı ve zanaatkârlar her daim işbaşında. Tatilciler gündüz plaja, gece ise pub, Restoran ve barlara akıyor. Restoranların özellikle kızarmış kalamarları çok lezzetli. Marmelatlı pastalar ve “dulce de leche” isimli sütlü tatlılar tatmaya değer. Kasaba oldukça ucuz. Birkaç kişinin kalabileceği bir evin gecelik ücreti 40 dolar. Bu nedenle özellikle aileler, öğrenciler ve huzur arayanlar için ideal.ÇEVREDE GÖRÜLECEK YERLER· Aguas Dulces: Göz alabildiğine uzanan kumsala küçük çiftlikler, kulübeler kurulmuş. Kumsalda yürüyüşe çıktığınızda karaya oturmuş çok sayıda geminin enkazıyla karşılaşacaksınız. · Bosque de Ombues Monte Grande: Valizas İskelesi’nden günübirlik tekne turlarıyla gidebilirsiniz. · Cabo Polonio: Kayalık alan doğal bir fok yuvası. Çığlıkları uzaklardan bile duyuluyor. Fokları güneşlenirken, dalgalarla oynarken seyredebilirsiniz. · Centro de Tortugas Marinas del Uruguay: Denizkaplumbağası cenneti. · Chuy: Rocha Bölgesi ile Brezilya’nın Rio Grande do Sul eyaletleri arasında tam bir Alışveriş cenneti. Uruguay-Brezilya Bulvarı’nın Uruguay tarafı vergisiz mağazalarla, Brezilya tarafı rengârenk dükkânlarla dolu. · Fortaleza de Santa Teresa: Uruguay’ın en görkemli tarihi miraslarından biri. Kaleyi 1762’de Portekizliler inşa etmeye başlamış, İspanyollar tamamlamış. Bağımsızlık savaşlarından sonra toprağa gömülen yapıyı 1928’de arkeolog Horacio Arredondo yeniden gün ışığına çıkarmış. İçinde silahhane, şapel, Müze, orijinal mönüleriyle asker mutfağı replikası bulunuyor. · La Bara Grande Bosque de Ombues: Rehber eşliğinde Ombu ormanında çıkacağınız turda bölgenin hayvan ve bitki türlerini gözlemleyebilirsiniz. · La Paloma: Atlantik Okyanusu’nda Santa Maria Burnu üzerinde 20 kilometrelik muhteşem bir kumsal, turist cenneti. Fenerin tepesinden bakıldığında iki körfez güvercini andırıyor. · Laguna Negra: “Ölüm Lagünü”ne geçmişte yerliler cenazelerini getirirmiş. Doğal ormanlar, palmiyelikler ve bataklıklala çevrili bir doğa cenneti. · Parque Santa Teresa: Üç bin hektarlık alanı kaplayan ulusal park 2 milyon ağaca ev sahipliği yapıyor. Egzotik bitkileri, 330 türün yetiştiği gül bahçesiyle ünlü. Temiz, bakımlı bir park.
Köpekbalığı avcılarının okyanus esintili kasabası

Yılbaşı akşamı için dört şehirden alternatifler

KARSSiz onu bir de karın beyaz battaniyesi örttüğünde görünEğer 2010 yılına nasıl girdiğinizi ballandıra ballandıra anlatmak niyetindeyseniz size uzun bir yolculuk önereceğim. Aslında kurduğum cümle sanırım yanlış oldu. Şöyle deseydim daha doğru olurdu sanırım; “Size iki saatte ulaşabileceğiniz, çok uzaklarda bir kent önereceğim...” Nasıl derseniz, anlatayım. Kars, Türkiye’nin en doğu ucunda. Ama uzakları yakın eden uçak, İstanbul’dan aldığı yolcuları yaklaşık iki saatte Kars’a ulaştırıyor. Kars uzak olduğu kadar, bu mevsimde çok soğuk da. Beyaz battaniyesini çoktan üstüne örtmüştür bile. Kars aslında kışın, kar altındayken güzeldir. Beyaz örtü bazı çirkinlikleri gözden saklar. Hem yeni yıl akşamı karla birlikte anılmaz mı zaten?Aslında Kars adı soğuğu çağrıştırır. Sonra da taş evler, geniş caddeler, kartal yuvası kale, tarihi köprü, gravyer ve kaşar peyniri, kaz kebabı, lezzetli yemekler, göllerin prensesi Çıldır ve asırlardır yapayalnız olan Ani harabeleri gelir insanın aklına. Ama Kars’ın baharı da, yazı da ayrı bir Güzellik sergiler. Doğası rengârenk tablolara dönüşür. Yani en doğudaki bu kentin her mevsimi güzeldir.Kars’ın tarihini uzun uzun anlatmayacağım. Çünkü o zaman yazı alır başını gider. Toparlamak zorlaşır. Onun için bugüne daha yakın geçmişten söz etmekte yarar var. Kenti gezmeye Kars Kalesi’nden başlayabilirsiniz. Kale, tepede, bir kayalığın üstünde kendini gösterir. Eteklerinde gürül gürül Kars Çayı akıp gider. Bu deli çayı aşmak için tarihi Taş Köprü’yü geçmeniz gerekir. Köprü ve etrafının fotoğrafçılara çok güzel pozlar verdiğini aklınızdan çıkarmayın. Kaleye ulaşan yol oldukça diktir. Tepeye kadar çıkmaya niyetliyseniz soluk soluğa kalmayı göze almalısınız. Kalenin güney eteklerinde eski Osmanlı mahallesi uzanır. İşte bu, kentin Mimari zenginliğinin kanıtlarından biridir. Bir yanda Rus mimarisini yansıtan taş evler, geniş caddeler, diğer yandan cumbalı Osmanlı evleri...EVLERİN HİKÂYESİYeni Kars’ta kuzeyden güneye uzanan dört ana caddeyi, doğudan batıya uzanan dört cadde dikine keser. Bu caddeleri, Baltık tarzı, düzgün kesme bazalt taşlarıyla yapılmış, bir veya iki katlı evler süsler. Bu evlerin hikâyesi şöyledir: 1877-78 savaşından sonra Kars’ı işgal eden Ruslar burayı Askeri vilayet ilan eder. Rus kumandanları ve aileleri için yeni bir kent inşa edilir. Kenti, 1890’da Hollanda’dan getirilen mimarlar düzenler. Buraya kadar geldikten sonra Çıldır’ı görmeden dönmek olmaz. Kars’tan çıkınca pencereden akıp giden görüntü birden boşalır. Karla kaplı düzlükler ve dağlar vardır artık... Göz alabildiğine hep aynı manzara uzanır gider. Arada bir, kara koyun sürülerini hayvan pazarına götüren çobanlar görüntüye girer. Köylerde kimsecikler görünmez. Ama bacalar beyaz beyaz tüter. Yolun iki yanındaki düzlüklerde tilkiler koşturup durur. Karların altında yiyecek bir şeyler ararlar. Arpaçay’ı geçince, uzaklarda Akbaba Dağı’nın karlı yamaçları görünür. Dağın arkasında Gürcistan ve Ermenistan vardır. Çıldır Gölü’nün önce ucu kendini gösterir. Küçük bir dere, sazlıkların arasından kıvrılıp göle kavuşur. Bir süre sonra bembeyaz göl görüntüye girer. O görününce, rüzgârın uğultusundan başka ses duyulmaz. Aslında Çıldır, çatırdayan buzlarıyla çığlık atar. Onu duymak için üstünde yürümek, gece ayazında kıyısında dikilmek gerekir. Çıldır insanı büyüler.Yeni yıla bu çığlık atan gölün üstünde şampanya patlatarak girmek, masalda yaşamak gibi bir şeydir. Yaşamınız boyunca unutamazsınız.Sınırdaki hayalet kentKars’a kadar gitmişken doğuya doğru 45 kilometre daha ilerleyip Türkiye’yi bitirmelisiniz. Çünkü burada 6.5 yüzyıldır bacası tütmeyen bir hayalet kent var. Ermeni Bagratuni Krallığı’nın başkenti... Daha önce bir Ermeni kale kasabası olan Ani, Kral III. Aşot’un hükümet merkezini Kars’tan buraya taşımasıyla önem kazanmıştır. Aşot’tan sonra tahta oturan I. Gagik, Ani’nin etrafını saran surları güçlendirmiş, kenti saraylar, kamu binaları, kiliseler ve muhteşem katedrallerle süslemiştir.Savaşlarla el değiştiren Ani, her seferinde biraz daha yıkılmıştır. Büyük darbeyi ise 1319 yılındaki deprem vurmuştur. Yerle bir olan kenti halk yavaş yavaş terk etmiştir. Ani’deki en son yazı 1348 tarihini taşır. Sonrasında şehrin üstüne sessizlik çökmüş, unutulup gitmiştir. Ta ki, 19. yüzyılda Batılı gezginlerce keşfedilene kadar. İngiliz gezgin Wilbraham, 1837’de Ani’yi görüp şunları yazmıştır: “Babil’in biçimsiz tümsekleri iskelete benziyor ama terk edilmiş Ani şehri, nefesi kesildiği halde yaşıyormuş gibi görünen bir cesedi andırıyor.”Batı tarafı yüksek surlarla çevrili olan kentin doğusunda Arpaçay’ın aktığı derin vadi bulunur. İşte bu vadi, Türkiye ile Ermenistan’ı birbirinden ayırır. İki ülke arasındaki mesafe öylesine yakındır ki, bir taş atsanız karşıdaki ülkeye düşer. Bu vadiyi gören bir yıkıntının üstüne oturup, uzaklardaki yüce dağlara bakmak, Ani’nin sessizliğini dinlemek, geçmişi düşlemek, Ermenistan’ı seyretmek insanı bir başka boyuta taşır.BALIKESİRİda Dağı’nın eteklerinde efsanelerle baş başaYeni yıla birkaç arkadaşla birlikte sessiz bir köşede lezzetli yemekler eşliğinde girmek isterseniz, size Kaz Dağları’nda bir adres önereceğim. Buraya nasıl gidildiğini şöyle anlatabilirim: Çanakkale üstünden gelirken Küçükkuyu’yu, beton yığınına dönüştürülen Altınoluk’u geçeceksiniz. Sol tarafta Tahtakuşlar sapağından içeri girip, döne döne Çamlıbel Köyü’ne tırmanacaksınız. Yeni yıla gireceğiniz Zeytinbağı Oteli’ni bulmakta hiç zorlanmayacaksınız. Sekiz odalı küçük otel, zeytin, incir, badem, fıstık ağaçlarının, bu mevsimde görünmeyen ama baharda rengârenk boy veren katırtırnaklarının, mevsiminde pembe mor çiçekler açan anemonların arasına saklanmıştır. Sizi büyük bir olasılıkla otelin işletmecisi, başaşçısı hem de her şeyi olan Erhan Şeker karşılayacaktır. Odanıza yerleştikten sonra, üstünüze kalın bir şeyler giyip bahçeye çıkın. Orada derin derin nefes alıp dağın seslerini dinleyin.Zeytinbağı’nda kaldığınız sürede yemek konusunda hiç endişe etmeyin. Çünkü Erhan Şeker bu konuda büyük ustadır. Onun eline kimse kolay kolay su dökemez. Siz gündüzleri dağ yürüyüşü yapın, akşamüstleri arkadaşlarınızla Ege’ye doğru kadeh kaldırın, sonra masanın başına geçip sizin için hazırlanan yemek şölenine katılın.Eğer şansınız varsa, yeni yıl gecesi Tunçel Kurtiz de sizinle kadeh tokuşturabilir. O davudi sesiyle size İda’nın efsanelerini anlatıp gecenize renk katabilir. Zeytinbağı’nda eski yılı yolcu etmek, yeni yıla hoş geldin demek yaşamınıza ayrı bir renk katacaktır. Tabii tüm bu güzel kutlamayı gerçekleştirebilmeniz için şimdiden yer ayırtmanız gerekiyor. Çat kapı giderseniz kapıda kalabilirsiniz.ORMANDA YÜRÜYÜŞEğer Kaz Dağları’nda başka bir adres isterseniz, size İlyada Otel’i öneririm. Buraya gitmek için Edremit’ten Kalkım istikametine sapmanız gerekir. Kızılçam ormanlarının içinden geçen bu yol, Kaz Dağları’nın çevrelediği yeşil çanağa doğru gider. İçlere doğru ilerledikçe termometrenin derecesinin hızla aşağıya indiğini göreceksiniz. İlyada Otel, ormanın içinde kaybolmuş küçük ve şık bir mekândır. Müşterileri daha çok Avrupa’dan gelen yabandomuzu avcılarıdır. Yeni yıla girmek bahanesiyle gideceğiniz İlyada Otel’de, kentin gürültüsünden uzakta bir-iki gün geçirmek Yaşam akülerinizi dolduracaktır. Yeni yıla zinde bir şekilde gireceğinizden emin olabilirsiniz. Gündüzleri ağaçkakanların gaga darbelerini, adını bilmediğiniz kuşların seslerini dinleye dinleye ormanın derinliklerine doğru yürüyün. Bu yürüyüş sizi kentin tüm zararlı etkilerinden arındıracaktır.Yeni yıla otelin havuzunun etrafında, eşinizle, dostunuzla kuş sesleri arasında girmek size çok keyif verecektir. KIRKLARELİKıyıköy’ün huzurunu Karadeniz mavisiyle buluşturunSize yeni yıl gecesi için Trakya’dan önereceğim kaçış noktası, Kırklareli’nin Karadeniz sahilindeki Kıyıköy’ü olacak. Bu cennet köşesine, İstanbul’dan otomobille yaklaşık 2.5 saatte ulaşırsınız. Yolu kısaltmak veya uzatmak sizin elinizde. TEM’den Edirne’ye doğru giderken Çerkezköy ayrımından otoyoldan çıkıyorsunuz. Daha sonra Saray’ı geçip, Kıyıköy istikametine ilerliyorsunuz. Yolun bu bölümü, insanın aklını başından alacak kadar güzel. Bu mevsimde yapraklarından soyunan ağaçlar, yolun iki yakasında uzanıp gidiyor. Acele etmemenizi, pencerenizi açıp, temiz havayla ciğerlerinizi yıkamanızı öneririm. Bu ağaçlıklı yolla birlikte tüm vücudunuzu bir huzur kapladığını hissedeceksiniz.Kıyıköy, Karadeniz’e akan Kazandere ve Pabuçdere’nin kucakladığı tepenin üstünde kurulmuş. Eski adı “Midye” olan bu köyde bir zamanlar Rumlar yaşıyormuş. Lozan Antlaşması’yla birlikte Rum nüfus, Batı Trakya’dan gelen Türklerle yer değiştirmiş. Köyün etrafı, büyük bir bölümü hâlâ ayakta duran Bizans surlarıyla çevrili. Bu surların 6. yüzyılda yapıldığı ve 9. yüzyılda onarım gördüğü belirtiliyor. Dere kıyısında ise kayalara oyularak yapılan 6. yüzyıldan kalma Aya Nikola Kilisesi, tüm bakımsızlığına rağmen insanı hayrete düşürüyor.SESSİZ VE LEZZETLİKaradeniz’e tepeden bakan bu şirin balıkçı köyüne, surların arasındaki asırlık bir kapıdan giriliyor. Daracık sokakların iki yanına eski ahşap evler sıralanmış. Yıkılmaya yüz tutmuş yaşlı evlerde hâlâ yaşayanlar var. Kim bilir kaç kuşaktan beri bu evlerde oturuyorlar? İnsan bu sokaklarda dolaşırken geçmişe yolculuk yaptığını sanıyor. Köyün bitimindeki kahvede oturup, Karadeniz’in lacivert sonsuzluğuna bakmak bir başka keyif veriyor.Köyün girişindeki Asmalı Kahve, adını etrafını saran yaşlı asmadan almış. Burada çay içen köy sakinleri, genellikle “Türkiye’nin hali ne olacak” sorusunun yanıtını arar. Tabii köy dedikoduları da asla ihmal edilmiyor.Kıyıköy’de yeni yıl gecesi için önereceğim mekân “Hotel Endorfina”. Karadeniz manzaralı temiz odaları, önünde geniş bir bahçenin uzandığı restoranı ile tam hafta sonu oteli. Mutfağı oldukça iddialı. Zeytinyağlıların yanı sıra, taze balıklar insanın damağında unutulmaz tatlar bırakıyor. Şef Mehmet Kartal, aynı zamanda tirol teknesi kaptanı, balıktan iyi anlıyor. Lezzetlisini seçiyor ve usulünde pişiriyor. Bir arkadaş grubuyla giderseniz, doya doya eğlenerek ve lezzetli yemekler yiyerek yeni yıla neşe içinde girersiniz. Aman gecenin sonunda kırlangıçtan yapılan balık çorbasını içmeyi unutmayın.İZMİRAlaçatı’nın butik otellerinde lezzet sörfüYazlık mekânlara kışın gitmeyi çok severim. Çünkü artık kalabalıklar çekilmiş, kasaba kendi kendine kalmıştır. Süslenmiş püslenmiş yazlık yüzünün altından gerçek yüzü çıkmıştır artık. Kimse kimseyi kazıklama telaşında değildir. Omuz omza yürünen sokaklar yalnızlığın tadını çıkarmaktadır. Herkes gerçek kimliğine bürünmüştür. Yaz gürültüsünün ve koşuşturmasının yerini artık dingin bir sessizlik almıştır.SESSİZLİĞİN KOLLARINDASize bu yeni yıla İzmir’in Alaçatı ilçesinde girmenizi öneriyorum. Yaz aylarının gözdesi bu ilçenin daracık sokaklarında bir aşağı bir yukarı yürümenin tam zamanıdır. Perşembe, cuma, cumartesi, pazar... Bir arkadaş grubu ile Alaçatı’nın birbirinden güzel butik otellerinden birini üs tutup, vur patlasın çal oynasın bir yılbaşı akşamından sonra, ertesi gün kendinizi sessizliğin kollarına atabilirsiniz.Eğer gidecek olursanız, size buranın geçmişi hakkında kısa bir bilgi vermek isterim. 1850 yılına kadar bir bataklık olan Alaçatı, sonradan kurutulmuş ve adalardan getirilen Rum işçilere burada bir liman inşa ettirilmiştir. Rum işçiler, limanın bir kilometre içine kendileri için taş evler yapıp bir köy oluşturmuşlar, çevreye de Şarap yapmak için bağlar dikmişlerdir. Bugün sokaklarda dolaşırken hayranlıkla seyrettiğiniz taş evler, işte bu Rum işçilerin yaptığı evlerdir. Tüm bölgede olduğu gibi burada yaşayan Rum ahali de, mübadele ile Alaçatı’dan sürülmüştür. Bu hüzünlü hikâyeyi uzatıp yeni yıl coşkusuna ket vurmamak gerekir galiba.Rüzgârların cirit attığı Alaçatı’da bu mevsimde sörf yapacağınızı pek sanmıyorum ama lezzetli yemekler yiyebileceğinizi umuyorum. Sanıyorum ilçenin gözde mekânları, yeni yıl için kapılarını açacaklardır. Örneğin Köşekahve’de, Ortakahve’de, Agrilia’da, Lavanta’da, Tual’de hem uzun uzun gazetenizi okuyabilir, kahvenizi çayınızı yiyebilir, lezzetli yiyeceklerle karnınızı doyurabilir, eğer vakit gelmişse içkinizi yudumlayabilirsiniz. VAKTİNİZ VARSA ÇEŞME’YE UZANINEğer cumartesi günü de orada kalırsanız, Alaçatı Pazarı’na uğramanızı öneririm. Burası, Ege’nin en renkli pazarıdır. Her ne kadar bu mevsimde çeşit azalsa da, pazarda sergilenenler hâlâ çekicidir. Alaçatı’ya çakılıp kalmak istemiyorsanız, size biraz ötedeki Çeşme’ye gitmenizi, Dalyan’da balık yemenizi, Ilıca’da Kumrucu Hüseyin’in kumrularıyla kahvaltı etmenizi, Ildırı sahilindeki balık lokantalarından bir-iki kadeh içmenizi, Urla’da Ünal kardeşlerin muhteşem katmerinin tadına bakmanızı, Dünyanın en eski zeytinyağı sıkım yeri olan Klazomenai’yi gezmenizi öneririm.Kış ortasında yazlık Alaçatı’da uzun bir hafta sonu geçirmek için, yılbaşından daha iyi bahane olmaz galiba. Arkadaşlarınızı ayartmak, uçak ve Otel rezervasyonu yaptırmak için çok vaktiniz yok. Hürriyet Seyahat’i okumayı bitirir bitirmez, telefona sarılmanızı öneririm. Alaçatı’da yeni yıla girmek yaşam pillerinizi tazeleyecektir emin olun.
Yılbaşı akşamı için dört şehirden alternatifler

YILBAŞINA MASAL DİYARINDA GİRİN

Madrid, yeni yılı farklı bir coğrafyada kutlamak isteyenlerin ilk tercihleri arasında. İspanya’nın başkenti, yılbaşı zamanı ışıltısıyla masal diyarına dönüşüyor.



Benim için Madrid, orijinal bir Goya tablosunun karşısında durduğum an başladı. O’nun, ortasına devler yerleştirdiği bozkır tasvirlerinden, sonsuz sarı çayırlıklarından geçerek gelmiştim şehir merkezine. ünlü Ressam Francisco Goya’nın neden o dev figürleri resmettiğini anlamak için bu ucu bucağı belirsiz coğrafyanın insanı delirten dinginliğine bir kere şöyle uzun uzun bakmanız yeterli. Ama yeni yıla Madrid’de girecekseniz, sizi bir sanat eserinin karşısında durmaktan başka seçenekler de bekliyor.







FLAMENKO İZLEYİN



Madrid başlı başına bir Kültür Sanat kenti. Sadece bu etkinliklere katılarak hiç boş zaman kalmadan birkaç gün geçirebilirsiniz. Turistik olmasına rağmen geleneksel değerlerin de yaşatıldığı bir şehir. İşte birkaç yüzyıldır İspanyol kültürünün sembollerinden olan flamenko müziği ve dansının yaşatılması da bu yüzden. Teatral bir havası olan



ateşli flamenko gösterilerini izlerken, içiniz ısınacak ve siz de dans etmek isteyeceksiniz. Türkiye’de de Sahne alan Joachim Cortez flamenko dansının ustaları arasında ama göreceksiniz ki, İspanya’da onun gibi niceleri var aslında. Café de Chinitas, Torres Bermejas ve Corral de la Moreria şehir merkezinde flamenko izlemek için gidebileceğiniz yerler. Madrid, başlı başına bir kültür sanat kenti













GÜNEŞ KAPISI



‘İspanya’nın kalbi’ olarak kabul edilen Puerto Del Sol (Güneş Kapısı) M\eydanı, sokak müzisyenlerini dinleyip ışık gösterilerini izleyebileceğiniz ‘en İspanyol’ yer. Orada dev bir ayı ve çilek ağacı heykelleri sizi gözlüyor olacak. Üşüyünce meydanın etrafındaki kafelerden birine oturup ısınabilirsiniz.







TAPAS TADIN



Restoranlarda siz sipariş vermeden önce masanıza küçük tabaklarda lezzetli mezeler geliyor. İspanya’da bu mezelere tapas deniyor. Conache, La Taberna Encatada, Plaza de Santa Ana en lezzetli ve en çeşitli tapas’ları bulabileceğiniz restoranlar.







PRADO’YU GEZİN



Prado Müzesi’ndeki koleksiyonlar antik çağ heykellerinden güncel sanat eserlerine uzanıyor. Müzenin başyapıtları ise İspanyol ressam Francisco Goya’nın tabloları. Prado’da ayrıca Rubens, Velasquez ve Durer’in eserlerini de görebilirsiniz.






YILBAŞINA MASAL DİYARINDA GİRİN

Thursday, December 24, 2009

Kleopatra nın mezarının kapısı bulundu

İSKENDERİYE - Bir grup Yunan arkeolog, Mısır’ın İskenderiye kıyılarında yaptıkları sualtı araştırmaları sonucunda VII. Kleopatra’nın ölümünden hemen önce yaptırdığı mezarın devasa granit kapısını buldu.
Arkeologların bulduğu kapı 15 ton ağırlığında ve yedi metre yüksekliğinde.
Araştırmanın başında olan Harry Tzalas, "Onu görür görmez çok özel bir kapı olduğunu anladım. Bu kadar ağır ve iki kapılı bir yapı dalgalarla taşınamazdı ve o an bunun mezarın bir parçası olduğunu düşündüm. Makedonyalı mezar kapılarına benziyordu. Kapandığında sonsuza kadar kapanıyordu" dedi.
Tzalas kapının bulunmasıyla aralarında büyük bir Aşk olan Romalı komutan Marcus Antonius ile Kleopatra'nın ölmeden önceki son saatlerine de ışık tutulabileceğini düşünüyor.
.Boxes { float:left; width: 220px; border:dotted 1px; background-color:#f7f7f7; border-color:#ccc; margin:10px padding:5px; } .Text { font-family:Georgia, "Times New Roman", Times, serif; font-size:12px; font-weight:normal; color:#333; !important; padding:10px !important; line-height:18px; } .Text a, .Text a:link, .Text a:visited, .Text a:active { font-family:Georgia, "Times New Roman", Times, serif; font-size:12px; font-weight: normal; color:#333; !important; padding:10px !important; } .Text a:hover { font-family:Georgia, "Times New Roman", Times, serif; font-size:12px; font-weight: normal; color:#cc0000; !important; padding:10px !important; } .ImgUp { padding:5px 10px 5px 0px !important; } .ImgDown { padding:5px !important; } EDİTÖRÜN NOTU Kleopatra ile Antonius arasında yedi yıl süren dillere destan bir aşk yaşanır. ünlü tarihçi Plinius, Kleopatra'nın tacından çıkardığı bir çiçekle Antonius'a Şarap sunduğunu yazar. Romalı hükümdar kadehi dudaklarına götürdüğü sırada ise Kleopatra ona engel olur ve "Aptal! Sensiz yaşayabilseydim, seni yüz kere zehrileyebilirdim, görmüyor musun" der. Milattan sonra birinci yüzyılda Yunan tarihçi Plutarch Marcus Antonius'un Kleopatra'nın kendisini öldürdüğüne dair yanlış bilgilendirilmesinden sonra intihar etmeye kalktığını yazar.
Son isteği olarak Kleopatra'nın yanına gömülmek isteyen Antonius, o sırada hizmetçileriyle birlikte mezarın içinde saklanan Kleopatra'nın yanına gömülmek istediğini söylemiş.
Bunun üzerine de Antonius zincirler ve iplerle mezarın tepesine çıkarılmış, böylece camdan içeri girmeye çalışmış. Plutarch şöyle yazmış: "Mezarın kapısı bir kere kapandı mı mekanizma bir daha açılmasına izin vermiyordu."
Tzalas da buldukları yapının Yunanlı tarihçinin sözlerini doğrular nitelikte olduğunu dile getirdi: "Yıllardır insanlar Plutarch gibi güvenilir bir tarihçinin bu sözlerle ne demek istediğini merak etmişti. Artık bir cevabımız var."
Kleopatra'nın mezarının kapısı bulundu

Hz. İsa nın doğuşu bir bar duvarında

CORNWALL - Hz. İsa'nın doğuşu birçok kez resmedilmiştir. Sanat galerilerinde, müzelerde, sanat okullarında... Fakat bu sefer farklı bir mekan seçilmiş.
Bu duvarda barometreler, eski bira reklamları ve mahallenin Futbol takımının fotoğrafları var. Artık bunlara ek olarak bir de Hz. İsa'nın doğuşunun duvar resmi.
İngiltere'nin Cornwall bölgesindeki Brisland Inn'in duvarındaki üç boyutlu duvar resmi Janet Shearer'a ait. Sanatçı resmi üç haftada bitirebilmiş ve Noel arifesine yetiştirmiş.
Resim o kadar gerçek ki sanki Hz. İsa barın bir odasında doğmuş ve siz de buna tanıklık ediyorsunuz. Hatta barın müdavimlerinden biri "40 yıldır buraya geliyorum ama orada bir kapı olduğunu bile farketmemişim" dedi.

Hz. İsa'nın doğuşu bir bar duvarında

Suikast ihbarı tatil iptal ettirdi

Bugün ailesiyle birlikte Hawaii’ye Noel tatiline gitmeyi planlayan Başkan Obama, bu gelişmenin hemen ardından, “Sağlık reformu yasa tasarısı üzerinde çalışmamız lazım. Washington’da kalıyorum” açıklamasını yaptı. Obama ailesinin Hawaii’nin Kailua şehrindeki evine birkaç kilometre uzakta yaşayan Kristy Lee Roshia’nın, geçen ay Boston’daki Gizli Servis bürosunu aradığı ve “Michelle Obama’yı öldüreceğim. Deniz piyadelerini öldüreceğim. Havaya uçuracağım” dediği bildirildi. Daha önce de Gizli Servis’e benzer “ihbarlar” yapan Roshia cumartesi günü gözaltına alındı. Akli dengesi bozuk olduğu sanılan Roshia ilk duruşmasına dün çıktı.
Suikast ihbarı tatil iptal ettirdi

Wednesday, December 23, 2009

Patara: 2010 un gözde tatil yöresi


Trip Advisor’ın 700 İngiliz arasında yaptığı 2010 Turizm trendleri araştırmasına göre en popüler olması beklenen ilk 5 Tatil bölgesi arasına Türkiye’den Patara 4. olarak girdi. Listenin birincisi Meksika’dan Troncones, ikincisi İskoçya’dan Nairn, üçüncü Arjantin’den El Chalten olurken beşinci sırasında ise Almanya’dan Rothenburg yer aldı. Yapılan araştırmada İngilizlerin Uçak Bileti alırken öncelikle fiyat odaklı seçim yaptıkları da ortaya çıktı. İngiliz turistlerin yüzde 71’i 2010 yılında tatil için yaklaşık 1700 sterlin, yüzde 28’i ise 5 bin 300 sterline kadar para harcayacaklarını açıkladı. Tatilcilerin yüzde 15’i kaldıkları oteldeki terlikleri aldıklarını itiraf ederken, yüzde 9’u havluları da götürdüklerini açıkladı.

Patara: 2010’un gözde tatil yöresi

Dört ülkeden yılbaşı alternatifleri


İRLANDA
Dublin’in kapıları isyanın rengi barları edebiyatçıların ilham perisi
Dublin’i hayal edebilmeniz için Heinrich Böll’ün, “İrlanda Güncesi” adlı kitabında onun kentle karşılaşmasını okumanız lazım:“Sabah güneşi beyaz badanalı evleri ağır ağır pusun içinden çekip aldı, bir deniz feneri gemiye karşı kırmızı-beyaz parladı, gemi ağır ağır soluyarak Dun Laoghaure Limanı’na girdi. Martılar gemiyi selamladılar. Dublin’in kurşuni silueti bir görünüp bir kayboldu. Kiliseler, anıtlar, doklar, bir gazometre, birkaç bacadan titrek bayraklar gibi yükselen duman...” Eğer Dublin’i James Joyce’a soracak olursanız alacağınız yanıt canınızı sıkabilir. Çünkü yazarın ünlü eseri “Dublinliler”deki kahramanı Chandler hikayede, sokakların donuk zarafetsizliğinden yakınıp durur. Başarıya ulaşmak için bu kenti terk etmek gerektiğini söyler.Aslında İrlanda dilindeki adı Dubh Linn (Kara Havuz) veya Baile Atha Cliath (Çitli Irmak Geçidindeki Kurt) olan Dublin öne sürüldüğü gibi can sıkıcı değildir. Bu mevsimde günlerin rengi hep gri olsa da size çok şeyler sunar. Kafanıza birçok sorunun üşüşmesine neden olur. Örneğin, “Neden bütün ünlü yazın adamları Dublin’den çıkmış” sorusunun yanıtını aramaya kalkarsanız kenti yakından tanırsınız. O zaman Dublin’in ne Heinrich Böll’ün ne de James Joyce’un Dublin’ine benzediğini görürsünüz. Çünkü, Wicklow Dağları’ndan kopup gelen ve kenti ikiye bölüp denize ulaşan Liffey Irmağı’nın kıyısındaki can sıkıcı kara badanalı evler yerlerini rengarenk, sevimli binalara terk etmiştir artık. Geniş caddelerin iki yanına büyük mağazalar, Alışveriş merkezleri sıralanmıştır. Duvarlar rengarenk reklam afişleriyle süslenmiştir.İNGİLİZLERE İNAT KAPILAR RENGARENKAra sokakları gezerken dikkatinizi evlerin kapıları çekecektir. Çoğu kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, maviye boyanmıştır. Bunun nedenini bilenler şöyle anlatır: Kraliçe Viktorya 1902 yılında ölünce, üzerinde güneşin batmadığı imparatorluğun merkezi Londra’dan, Dünyanın dört bir yanına Haber salınıp, yas nedeniyle bütün evlerin kapılarının siyaha boyanması istenir. Bu emre bir tek “yaramaz çocuk” İrlanda karşı çıkar. “Biz İngiltere’nin kraliçesi için yas tutmayız” diyerek inadına tüm kapıları rengarenk boyarlar...Dublin’de bir de barların (pub) çokluğuna şaşırırsınız. Neredeyse her köşe başında bir Bar vardır. Bir zamanlar kentteki binaların üçte birinin bar olduğunu öne sürenler bile bulunur. Dublinliler içki içmeyi çok sever. Günün erken saatlerinden başlayıp, gecenin geç saatlerine kadar barlar dolup taşar. Bu yüzden de sabahları ayılmakta epey zorluk çekerler. Böll, Dublinlilerin bu özelliğini şöyle anlatır: “Sabahın erken saatlerinde kime sorarsam sorayım, ne sorarsam sorayım, tek hecelik bir yanıt alıyordum: Sorry... Sabahları saat yediyle on arasının, İrlandalıların tek hecelik konuşmaları yeğledikleri saatler olduğunu bilmiyordum...”Gerçek Dublinlileri tanımak istiyorsanız, Temple ve Merrion Row sokaklarındaki barlarda zaman geçirmeniz gerekir. Gündüzleri St. Stephen’s Green parkında dolaşmanızı öneririm. Kestane ağaçlarının altında dinlendikten sonra, Liffey Nehri’ne doğru uzanan Grafton Caddesi’ne gidip, şık mağazaların vitrinlerini seyrederek, Trinity Kolej’e doğru yürüyebilirsiniz. Bu yürüyüş sırasında bir kez daha kafanıza aynı sorunun takılacağından emin olabilirsiniz: Dünyanın en ünlü yazın adamları neden Dublin’den çıkmıştır?Çağdaş edebiyatın en önemli yazarı James Joyce, düz yazı ve Şiir ustası Oscar Wilde, tüm yaşamını edebiyata ve şiire adayan Yeats, Drakula’yı yaratan Bram Stoker, Şair, yazar, besteci ve kahraman Thomas Moore, Godot’nun yaratıcısı Samuel Becket, isyankar yazar Brendan Behan, Nobelli aforizma ustası Bernard Shaw, tüm dünyayı Güliver’in peşine takan Jonathan Swift, kitapları Türkiye’de de kapış kapış satılan Maeve Binchy ve Glenn Meade... SORU YAĞMURUNA HAZIR OLUNEğer edebiyata meraklıysanız, kenti gezerken kendi kendinizi soru yağmuruna tutacağınızdan emin olabilirsiniz: Çağdaş dünya edebiyatının en önemli yazarı James Joyce, romanlarını yazarken sizin duyduğunuz çan seslerini duymuş muydu acaba? Çünkü bu kilise, tam 300 yıldan beri çanlarını çalıp duruyordu. Güzel söz avcısı Oscar Wilde, Dublin Üniversitesi’ne sizin girdiğiniz kapıdan mı giriyordu?.. İrlanda’nın kaderini değiştirebilecek bir ulusal birlik yaratabilmek için kendini edebiyata ve tiyatroya adayan Yeats, Abbey Tiyatrosu’ndaki oyunu yönetmeye gelirken, köşedeki bara uğrayıp, sizin gibi simsiyah Guinness birasından yuvarlıyor muydu? Drakula ile bütün dünyanın uykusunu kaçıran Bram Stoker, Transilvanyalı vampiri Dublin Şatosu’nun karanlık koridorlarında mı kurgulamıştı? Sorunun yanıtını hiçbir yerde bulamayacaksınız. Ama yanıtı ararken kenti sokak sokak gezip, çok seveceksiniz. Yeni yıla Dublin barlarından birinde girmek, yaşamınızda unutulmaz anılar bırakacaktır. Denemek istemez misiniz?
İTALYA
Roma’nın sürpizleri hiç bitmez
Goethe Usta, “İtalya Seyahati” adlı eserinin birinci cildinin son sayfalarına doğru şunları yazmış: “Vaktim zevk almadan ziyade, tetkik ve çalışmayla geçiyor. Roma başlı başına bir alem; insanın burada kendini bulabilmesi için bile seneler lazım.. Burayı hemen görüp gidebilen seyyahlar ne kadar mesutlar...”Goethe çok haklı. Sadece Vatikan’daki Sistina Şapeli’nin tavanını günlerce izlemek gerekir. Veya Michelangelo’nun, tam dört yıl boyunca, derme-çatma iskelelerin üstünde, iki büklüm çalışarak yaptığı tavan fresklerinden, evrenin yaradılışını seyretmeye saatler ayırmak gerekir. Ama kimde bu kadar çok boş zaman var ki! Roma’da mutlaka görmeniz gereken yerlerden biri de ünlü Kolosyum. Flavius Hanedanı’nın yaptırdığı, 50 bin kişilik bu dev yapıyı görünce hayranlığınızı gizleyemeyeceksiniz... İmparator Titus’un düzenlediği açılış törenleri tam 100 gün sürmüş. Bu muhteşem yapıyı gezerken, aslanlar tarafından parçalanan kölelerin kan kokusunu duyar gibi olacaksınız.BİÇİMSİZ ESERDaha sonra, İspanyol Merdivenleri’ne gitmenizi öneririm... Bu mevsimde basamaklarda oturan pek bulunmaz ama, yaz aylarında dünyanın en güzel kızlarının veya yakışıklı erkeklerinin bu basamaklarda sere serpe güneşlendiklerini hayal edebilirsiniz. Oradan yürüyerek, Venezia Meydanı’na gidin. İtalya’nın ilk kralı Vittorio Emanul II’ye adanan, olağanüstü boyutlardaki anıtı görmeniz gerekir. Roma halkı, çok çirkin bulup yıkılmasını istediği bu anıta, “Düğün Pastası”, “Daktilo” gibi ilginç adlar takmıştır. Burada fazla oyalanmadan, dar sokaklardan kıvrıla kıvrıla yürüyerek Trevi Çeşmesi’ne ulaşın. Tam 30 yılda tamamlanan bu çeşmenin önündeki havuza, sol omzunuzun üstünden para atarsanız dileklerinizin gerçekleşeceğini aklınızın bir köşesine yazın. Biraz soluklanınca Corso Caddesi’nde yürüyün. Bu caddedeki bir birinden şık mağazaları, mağazaların vitrinlerindeki şık giysileri, bunları satmaya çalışan Manken gibi tezgahtarlar görülmeye değer. Ama burada fiyatların biraz abartıldığını unutmayın.BİTTER CAMPARİCorso Caddesi’yle kesişen ara sokaklardan birine sapıp, ünlü Pantheon Tapınağı’nın içindeki ışık oyunlarını gördükten sonra, kendinizi Campo dei Fiori meydanındaki bir kahveye atın. Tabanlarınızın sızısını dindirmeniz için biraz molaya ihtiyacınız olacak. Meydanın ortasındaki kel kafalı adam heykeli, engizisyonun yaktığı son bilgin Giordano Bruno’ya aittir. Bir kadeh bol buzlu “Bitter Campari”yi onun şerefine kaldırın. Dinlendikten sonra, Tiber Nehri’ne doğru yürüyüp, Roma’nın en güzel köprüsü Sant’Angelo’nun üstünde durup, nehrin akışını seyredin. Sırada Vatikan var. Papa’nın yönetimindeki bu küçük ülkede görecek çok şey olduğunu söylemeliyim. Binlerce turistin arasına karışıp, kafanıza üşüşen soruların yanıtlarını arayın.Akşam güneş batmaya yakın Navona Meydanı’na varmanız gerekiyor. Tam ortada, Bernini’nin yaptırıdığı “Dört Irmak Çeşmesi”nin ilk bakışta sizi büyüleyeceğinden emin olabilirsiniz. Tuna, Nil, Ganj ve Rio de la Plata ırmaklarının sularının aktığını simgeleyen dört şaheserin önünde fotoğraf çektirmeyi unutmayın sakın. Daha sonra bir kahveye oturup, meydandaki şenliği izlemeye koyulun: Şarkı söyleyenler, resim yapanlar, poz verenler, seyyar satıcılar, aşıklar, Aşk arayanlar...Johann Wolfgang von Goethe, kitabının bir yerinde şöyle yazar: “Akşam olunca, bakmaktan ve gördüklerine hayret etmekten insan kendini tükenmiş hissediyor...” İşte siz de kendimizi yatağa attığınızda aynı tükenmişliği hissedeceksiniz.Ertesi gün serbestsiniz. Canınız nereye istiyorsa oraya gidip Roma’nın keyfini çıkartın.Yeni yıla Roma’nın ünlü meydanlarından birinde girmenin tadını, uzun yıllar unutamayacağınızdan emin olabilirsiniz. Hele yanınızda sevdiğiniz birisi varsa!
BREZİLYA
Günahkâr kent Rio
Eğer yeni yılı bahane edip, kış ortasında yazın tadını çıkarmak isterseniz, size Rio’yu öneririm. Türklerden vize istemeyen bu ülkeye uçmak biraz uzun ama, görecekleriniz ve yaşayacaklarınız bu zahmete değer.Havaalanından bindiğiniz taksinin radyosunda mutlaka samba çalıyor olacaktır. Daha sonraki günlerde, saat kaç olursa olsun her yerde bu kıvrak müziği dinleyeceksiniz. Jamaika’da reggae müziği ne kadar kutsalsa, burada da samba o kadar kutsaldır. Güneşten, sudan, havadaki oksijenden bile daha önemlidir. Yazarın dediği gibi, “Samba, Brezilya halkının kanında dolaşan, sevda ateşini tutuşturan bir ezgi değildir yalnızca. Yaşamın ta kendisidir. Buralılar için sambasız bir Yaşam asla düşünülemez.”Rio’daki ilk gününüze, ünlü Copacabana Plajı’dan başlamanızı öneririm. Bu plaj sabahın erken saatinden itibaren dolmaya başlar. Ve birden, fotoğraflarda gördüğünüz kadınlar karşınıza çıkar. Baktıkça iç geçirten, minicik mayolarıyla kumsalda güneşlenen kadınlar!DİŞ İPİ MAYOLAROnların giydikleri avuç içi kadar küçük, ip kadar ince mayolara, “filo dental-diş ipi” adını takmışlardır. Neyi ne kadar örttüğü belli olmayan bu mayolar, Rio plajlarının vazgeçilmez aksesuarlarıdır. Sere serpe güneşlenen bu birbirinden güzel kadınların arasında, esmer tenli, sırım gibi, vücudunda bir gram bile yağ olmayan yağız delikanlılar, kadınlara aldırmadan Futbol oynar. Kaldırımın üstüne sıralanmış büfeler, sıcaktan bunalanların sığınağı haline gelmiştir. Buz kovasından çıkartılıp, baş kısmı bir pala darbesi ile uçurulan hindistancevizinin içinden çıkan tatlı suyun tadına bakmanızı öneririm. Bu büfelerde her türlü tropikal meyveyi bulmak mümkündür: Goyaba, Manga, kaju ve diğerleri. Karnı acıkanlar için de seyyar satıcılar ellerindeki tepside, şişe dizilmiş jumbo karidesleri dolaştırır. İlerleyen zamanla birlikte kalabalık da artar. Beş kilometrelik kumsalda, çıplak gövdelerden oluşan dalgalar, bir o yana bir bu yana salınıp durur.YOKSULLARIN SIĞINAĞIYemyeşil dağların içine doğru uzanan mahallelerdeki evler, ikinci katlarına kadar demir parmaklıklarla kaplıdır. Müstakil evlerin etrafını çevreleyen yüksek duvarların üstüne, cam kırıkları döşenmiştir. Bunlar soygunculara karşı alınmış önlemlerdir. Her mahallenin özel bir koruma teşkilatı vardır. Yoksul halk ise tepelerdeki gecekondularından kenti kuşbakışı seyreder. Bu mahallelere “Favela” denir. Bu kelime Brezilya’da yoksullukla eşanlamlıdır. Bir kitapta favelalarla ilgili şunlar yazar: “Nüfusun dörtte biri, toplumsal kumaşın kontrolsüzce yırtılıp, parça parça olduğu, hırsızlığın olağan bir hal aldığı ve etrafı haraca kesen kokain tacirlerinin kahraman addedildiği bu kenar mahallelerde yaşıyor..”Favelalar karnaval zamanı canlanır. Bir yıl çalışıp, dişlerinden, tırnaklarından artırdıklarını karnaval giysilerine harcarlar. Karnaval günü gelip çattığında, Müzik aletlerini yüklenen sırım gibi gençler, birbirinden şuh Kızlar, kadın iç çamaşırlarını ve file çoraplarını giymiş travestiler yoksul favelayı terk edip, geçit törenlerinin yapılacağı Apoteose’de soluğu alır. Artık dört gün boyunca Rio onların olur. Rio’da plajdan bol başka bir şey yoktur: İpenama, Flamingo, Botafogo, Leblon ve Barra plajlarında da aynı tahrik edici görüntüler vardır. Plaj gezisinden sonra küçük bir trenle, Corcovado Dağı zirvesine çıkıp, 38 metre boyunda ve 145 ton ağırlığındaki İsa heykelinin ayaklarının dibinden Rio’yu kuşbakışı seyredebilirsiniz. Kenti simgeleyen diğer bir yükselti de Şeker Dağı’dır. Teleferikle çıkılan bu dağın tepesinden kentin uçurumlarını, dantel gibi sahillerini, plajlardaki çıplak vücutların dalgalanışını, havaalanına inip kalkan uçakları, şişik yelkenleriyle süzülüp giden tekneleri tek bir fotoğraf karesinde görebilirsiniz.Eğer yeni yıla alışılmışın dışında, yaz sıcağında girmek isterseniz Rio’dan iyisini bulamazsınız. Yeni yıl gecesi Copacabana Plajı’na gitmeyi aman unutmayın. Orada beyazlar giyinmiş binlerce kişinin, denize beyaz çelenkler bırakmasını yaşamınız boyunca unutamayacaksınız.
ARJANTİN
Buenos Aires’te tangonun kollarında
S ize yeni yıl gecesi yaz sıcağı sunacak şehirlerden biri de Buenos Aires olabilir. Aslında kentin adı bu kadar kısa değildir. Güney Amerika’ya “bir vatan” getiren İspanyol gemiciler bu kente, St. Maria del Buen Aire (Güzel Hava Azizesi Maria) adını koymuştur. Gel zaman git zaman bu uzun isim kısalıp, Buenos Aires (İyi Havalar) olmuştur. Sanıyorum buradaki “güzel”den, fırtınasız, dingin bir hava kastedilmektedir. Çünkü kent, dünyanın en geniş nehri olan Rio De La Plata’nın ağzında kurulmuştur. Aslında ilk görenler bu suyu genellikle denize benzetir. Çünkü görüntü asla bir nehir ağzını değil de, gerçek bir denizi andırır. Zaten Arjantinliler de buraya “Tatlı Deniz” adını takmışlardır. Fırtınalı okyanusu aştıktan sonra bu kıpırtısız suları gören İspanyol denizciler, buraya haklı olarak “İyi Havalar” adını uygun görmüşlerdir sanırım.Buenos Aires, Santiago, Rio veya Meksiko City gibi, Latin görüntülerle donanmış bir kent değildir. Çünkü bu kentte yaşayanlar kendilerini, Güney Amerikalı değil de Avrupalı olarak nitelendirirler. Eğer bir Buenos Airesli ile bu konuyu konuşacak olsanız, size şunları söyleyeceğinden emin olabilirsiniz: “Meksikalılar Azteklerden, Perulular İnkalardan, Arjantinliler ise gemilerle Avrupa’dan gelmiştir...” FLORİDA CADDESİ ŞENLİK YERİBuenos Aires Paris’i andırır. İleri yaşına rağmen hala “mihrabı yerinde” duran, çapkın yaşlı bir aristokrat kadın gibidir. Havaalanından kente gelirken yolun iki yanındaki teneke evleri ve yeni binaları yan yana görürsünüz. Teneke evler kentin yoksulluğunu yansıtır. Üst katlarında demir filizleriyle yarım binalar, ağaçlar arasına gerilmiş iplerde uçuşan çamaşırlar, kırık dökük otomobiller... Kentin içine girdikçe belleğimdeki görüntüler kaybolur. Dünyanın en geniş caddesi “9 Temmuz Bulvarı”nda yoksulluk yerini zenginliğe bırakır. Kenti gezmeye Florida Caddesi’nden başlayabilirsiniz. Burası trafiğe kapalıdır. Binlerce kişi, bir o yana bir bu yana gidip gelir. İki yanına mağazalar sıralanmıştır. Şenlik yeri gibidir: Arya söyleyen bir tenor, Napoliten çalan bir gitarcı, tango yapan bir çift, gözleri görmeyen, ayakları olmayan dilenciler, striptiz kulüplerine müşteri çekmeye çalışan çığırtkanlar, dolara cazip fiyat veren karaborsacılar... Kent, 47 bölgeden oluşur ama tümünü görmeye gerek yoktur. Temel karakterini yansıtan birkaç bölgeyi tanımak yeterlidir: Palermo, Recoletto, Retiro, San Nicolas, Monserrat, San Telmo, La Boca... İşe kentin bohemi San Telmo’dan başlayabilirsiniz. Sanatçıların atölyeleri, antikacıların sıralandığı pasajlar, küçük butikler, kahveler, barlar... San Telmo baştan aşağı Parislidir. Evita Peron, Marilyn Monroe, Che, Beatles, Lorel Hardy... Sahaflardaki eski posterler ve plaklar sizi eski yıllara sürükler. Buradaki pasajlar bir anılar müzesini andırır. Eski Gazete koleksiyonları, cep saatleri, kılıçlar, düğmeler, rozetler, kim bilir kimin yakasını gururla süslemiş madalyalar, kime destek olduğu bilinmeyen bastonlar... Tezgahlarda sergilenenler eşya değil birer yaşam öyküsüdür sanki.Dorrego Meydanı’nda, bir şemsiyenin gölgesinde limonatanızı yudumlarken, San Telmo’da zamanın ilerlemediğini hissedebilirsiniz.ŞARAP VE ETLERİNİ MUTLAKA TADINPlaza de Mayo’ya gitmeden kent hakkında tam bir fikir edinilemez. Palmiye ağaçları, çiçekler, heykeller ve koloniyel binalarla süslü olan bu meydan kentin kalbi kabul edilir. Önemli olaylar, yıldönümleri burada kutlanır, protesto gösterileri burada yapılır. Yani her an bir neşe veya öfke seline rastlamak mümkündür. Kentin kurulduğu yer olan La Boca, Buenos Aires’in en bilinen yeridir. Tangonun buradaki batakhanelerden doğduğu söylenir. La Boca’nın dar sokaklarında dolaşırken, karşınıza Keman ve bandoneonla tango çalan yaşlı müzisyenler çıkar. Onların müziklerine ise çok giyilmekten parlamış siyah elbiseli, siyah fötr şapkalı adamlarla, file çorapları yer yer kaçmış, derin yırtmaçlı, kırmızı kadife elbiseli kadınlar danslarıyla eşlik ederler. Kentin her köşesinde rastlayabileceğiniz bu sokak tangocuları, kendilerini izleyen turistlere, bir kaç kuruş karşılığında öfkenin, kıskançlığın, intikamın, ölesiye aşkın tarihini anlatmaya çalışır. La Boca hâlâ ilk günkü gibi bakımsız ve fakirdir. Teneke evlerdeki yoksulluk, rengarenk boyanmalarına rağmen gizlenememiştir. Tango tarihinin ünlü kahramanları bu sokaklarda beste yapmış, kavga etmiş ve ölmüşlerdi. Ernasto Panzio, Rosendo Mandizebal, Osvaldo Pugliese, Vicento Greco, Everisto Carriego, Pascual Contorsi, Carlos Gardel ve diğerleri bu sokaklardan çıkıp, tango tarihinde hak ettikleri yerleri almıştır. Kent, tangosu kadar lezzetli etleri ve şarabıyla da ünlüdür. Onun için iyi bir lokantada, bunların tadını çıkarmak gerekir. Meydanlarından birinde, sokak çalgıcılarının çaldığı müzik eşliğinde tango yaparak yeni yıla girmek de, sizin için unutulmaz ve hoş bir deneyim olabilir.
Dört ülkeden yılbaşı alternatifleri